Yazmak ve okumakla hemhal olmuş aynı zamanda araştırmacı bir eğitimci olarak geçenlerde önüme çıkan yazıda yorgunluktan bahsediyordu; “Neden dinlenemiyoruz?” diyordu.
Dinlenmeyi bilmiyor beceremiyoruz çünkü hangi yanımızın yorulduğunu bilmiyoruz.
Ne kadar doğru.
Yorgunluk dediğimiz şey, aslında tek boyutlu bir kavram, tek başına bir hal değil; bir sistem, bir katmanlar bütünü değil midir?
Buradaki en kolay ve en anlaşılır olanı belki de bedenin yorgunluğudur.
Eskilerin bunun için duası bile var “Allah zihin yorgunluğu vermesin beden yorgunluğu dinlenirsin geçer” derler.
Neden?
Çünkü beden konuşur , zihin kurar ve yorar!
Beden yorulduğunu tıpkı anında itiraz eden çocuklar gibi çok sesli ifade eder;
“ayaklarından nidalar yükselir”,
“ahanda zorladın o beli tutuldu işte” dedirtir
“gözler yanar, gözler kapanır, gözler kararır”
“sırt taş gibi olur”
“kollarda derman kalmaz” vs.
Biz kendi kendimize söylenip dertlendiğimizi sanırız lakin esasında bedendir bir şekilde bizimle konuşan ve “benimle ilgilen gari” diyen
Uzandık mı biraz, kapadık mı gözümüzü ya da uzatıp ayaklarımızı ekledik mi dumanına çayımızın iki serzeniş, bir şekilde toparlarız evelallah.
Ama ah asıl mesele olan o zihin yorgunluğu yok mu?
Asıl duygular yoruldu mu, o vakit eyvah kere eyvah...
Öylesine sessizdir ki onlar;
Konuşmazlar.
Bağırmazlar.
Sinyal vermezler.
Yavaşça çekilirler içimize doğru.
Bu yüzden ne yanımızın bitap düştüğüne akıl erdiremeyiz.
Duygusal ya da zihinsel yorgunluklarda yoruldukça daha çok susar sustukça daha çok yoruluruz;
Zorla kazandığımız neşemiz kırılır!
Sabrımız irtifa kaybeder! Aynı şeylere defalarca katlanmaktan, görmezden gelmekten, idare etmekten, içe atıp gülümsemekten yorulmuş bir sabırdır bu.
Ve bu yorgun sabrı ne konuşarak dinlendirebiliriz,
ne de “biraz sabret” sözleriyle avutabiliriz...
Umudumuz yara alır!
Su yolunu bulur, vaki olanda hayır vardır, hep böyle devam etmez er geç iyi olacak her şey diye diye içi boşalan, artık kendisi de buna inanmayan bir umut!
Bir zamanlar ışık olan ama şimdi göz yakan bir parlaklık gibi yaralanmış, yorulmuş umut.
Ve sonra kelimelerin yorgunluğu var,
sanki gelmek istemeyen dudaklara.
Konuşmaya mecal yoktur ki cümle kurulsun oysa konuşmak sadece insana bahşedilmiş bir lütufken.
Derdini anlatmak da dert oluyor bazen.
Olumlu kelimeler bulanık bir suyun içinde dibe çöküp batar,
tüm olumsuz kelimeler fosforlu renklerle halaya durur coşar;
“Anlatsam ne değişecek?” dedirtir.
Söyledikçe daha da büyüyeceğini düşünürsün içinde sıkışan her şeyin.
Belki de benzer bir düşünce sarmalının içindeyken kurmuştur Fuzuli şu cümleyi; “söylesem tesiri yok sussam gönül razı değil”
İşte bu yüzden diyorum ki,
Umudu, sabrı, neşeyi, hüznü, kelimeleri vs dinlendirmenin yolu konuşmaktan değil; susmaktan geçiyor bazen.
Şikâyet ettikçe büyüyen bir karanlık var içimizde.
Sustukça yerini dinginliğe bırakabilecek bir sessizlik belki de...
Böyle zamanlarda gitmek istiyor insanın ruhu;
Bir ağaç altına.
Küçük, sessiz bir çimenliğe.
Bir deniz kenarına ya da çiçeklerle bezeli bir balkona.
Doğa ananın koynuna cenin gibi kıvrılıp elleri rüzgârın elleri olsun saçlarını okşasın istiyor.
Sonra gözlerini kapatıp sesine odaklanayım kuşların cıvıl cıvıl sesine diyor.
Kafadaki kaygı cümleleri oradan oraya koşturup birbirine çarpmasın istiyor.
Her ne kadar olumsuz düşünce var ise sus pus olsun, flulaşsın, yok olsun diyor.
Bulanık sular durulup berraklaşsın.
Durayım.
Dünya durulsun.
Durarak dinleneyim istiyor, insan!
Ve sonra aynı insanın,
ne zaman içindeki ses yeniden konuşmak istese,
neye en çok tahammülsüz kaldıysa,
neyden en çok bunaldıysa,
en çok da onlara sabrı yükleyerek,
üstüne kürek kürek umut serpip devam ediyor yoluna.
Çünkü biliyor ki hayat böyle bir şey,
düz çizgi değil.
Bir yukarı, bir aşağı.
Bir iniş, bir yokuş.
Çünkü biliyor ki biteviye düz çizgi sondur, sonudur zaten...
İnişlerde duygularını dinlendirebilenlerdir, yokuşlarda daha güçlü yürüyenler oluyor sonra.
Sadece bir koltuğa uzanıp gözleri kapamak yetmiyor yorgunluğa.
kalbin oturması gerekiyor!
Aklın bir yere başını yaslaması gerekiyor!
Ruhun biraz sükut etmesi gerekiyor!
Ve sonra…
Her şeye yeniden başlamak için bir niyaz yükseliyor;
“Ey kalbimin gizli kıvrımlarını gören Tanrım;
yorgunluğum hangi katmanda saklıysa, huzur oraya doğsun,
hangi yanımdan kırıldıysam, merhemini tam da oraya sür,
hangi taş en çok ezdiyse beni, oradan kaldır yüreğimi.
Ve ey Tanrım, nereden yorulduysam beni oradan dinlendir… “