Yazmak
Yürek doluyor; beyin ve bütün
hücreler. Sonra kalemin ağzından bölük bölük, tutam, tutam, kusmuk kusmuk bu
bir kumrunun yavrusuna kusması gibi- kelimeler dökülüyor.
Acı çeken insanlar.
Kentin mengenesine kıstırılmış
bir Anadolu civanı. Yazılan her şey; bir ölüm bekçiliği de olabilir. Dosta
özlem, ustaya saygı ve şeyhe aşk da yazılanlardandır.
İsmail Dedemin saman karılmış
çamurla sıvalı evinin sol yanında bir elma bahçesi uzanırdı. Her yaz orada,
taze otların, papatyaların arasına gömülür, bir elimde kalem diğerinde boş
yapraklarla bir defter tutardım. "Dikkat Köpek Var" başlıklı acemice ve kısacık
hikâyeler karalardım. Köyümün dağlarında terörün kol gezdiği zamanlardı.
İnsanlarımın kalbinde, eli silahlı, gözü kanlı ve ağzından salyalar taşan
katillerin korkusunun dolaştığı zamanlardı. Başlıktaki köpek o anarşistleri
tartan sembolik bir kelimeydi.
Belki yazmak bende böyle
başlamıştır. Öğrencilik yıllarının içimizde koşan genç heyecanları
Bir kız
öğrencinin sorgu dolu bakışlarıyla karşılaşma
Hasılı her şey yazmaya bir sebeptir.
Ben her zaman böyleyim. Bir
çocukluk, ölümle son bulan, zamanla yarış sürecinin başlangıcı değil midir? İç
dünyasıyla meşgul bir çocuk. Sıkılgan, utangaç ve kendi hayal âlemine sığınan
bir çocuk. Biliyordum ki, o günlerden başlayan bir şairliktir benimle yürüyen.
Kendi halinde, baba ilgisinden yoksun bir çocukluk. Hastalıklarla her daim
kavgalı, içli-dışlı bir anne
Yazmaya teşvik mi?
İnsan bir başka zamanlarda
yazar olmayı düşünerek mi yazmaya başlar ki? Birisi, müşahhas bir beden; onun
yönlendirmesiyle kalem kuşanmak. Bu bana çok tuhaf ve anlamsız geliyor. "Sende
sağlam bir yazarlık damarı görüyorum; yazmalısın. Bu kütükten çok narin bir
oyma mihrap çıkar; kalem tutmalısın. Çok tuhaf bir basamak, karmaşık bir evre.
Okuduğum kitaplar bir şeyler
demiş midir, yazar olma konusunda, bilemiyorum.
Hatırladığım, ben "Sunguroğlu"
serisiyle okumaya başlamıştım.
Yavuz Bahadıroğlu"nun diğer
çalışmalarını elimden bırakmamıştım. "Malazgirtte Bir Cuma Sabahı, Endülüs"e
Veda, Buhara Yanıyor." adlı kitaplar ortaokul yıllarında tarih öğretmenim sayın
Abidin Gel"in yönlendirme ve tavsiyeleriyle üzerinde uzun zamanlar geçirdiğim
eserlerdi. O yıllarda Milli Eğitim
Bakanlığı"nın kitap satış noktalarına dadanmıştım. Yerli ve yabancı klasikleri
aspirin yutar gibi okuyordum. Bunun sonunun neye dayanacağını da tahmin
edemiyordum.
Orta mektep ve lise yıllarında
okul çevresinde hiçbir yayın organı çıkarılmıyordu. Maraş yazıcılık ve
dergicilik açısından o dönemde de çok verimliydi. Ama bu dergilerin hiçbirinde
hikâyem yayınlanmadı. Hiçbirine çalışma vermedim.
996-997 yılları olmalı.
Üniversitedeki zamanlar. Amasya Eğitim. Bölüm başkanımız Mehmet Yiğit"in
çıkardığı, yönettiği bir duvar gazetemiz vardı. Üçüncügöz adını taşıyordu. Bu
manevi göze göndermedir. Orada bir hikâyem yayınlanmıştı. Yangın Sonrası Ölmek
kitabında yerini alan bir hikâye. "Krizantem Çiçeği" Bu bana kıvanç vermişti.
Platonik bir aşkı anlatıyordu bu öykü.
Sonra İstanbul
Ulusal anlamda yayın yapan
Yedi İklim, bana sayfalarını açıyor. Yıl 2002. Haziran-Temmuz-Ağustos
sayısında, Ali Göçer Bölümlü Sayı"da yer alıyorum.
"Deniz Şehri" adını taşıyan
öyküyü, Kadıköy"deki, Halit Ağa"daki zamanlarda Usta Haksal"a götürmüştüm.
Sağlı-sollu kitap duvarlarının daralttığı koridordan ilerleyerek sarrafa
ulaşmıştım. Öyküyü ilgi ve nezaketle okumuştu. "Bunu yayınlayalım. Okuyucuya ve
diğer yazarlara sürpriz olsun." demişti. Heyecandan diyecek bir şey
bulamamıştım. Vapurla Eminönü"ne geçtiğimde sanki ayaklarım yere değmiyordu.
"Yazacağım! Yazacağım!" İçten içe çığlık atıyordum. Cemil Meriç: "Ben edebiyat
dünyasına prens gibi girdim." diyordu. Ben böyle bir şey söylesem hasetçiler
korosunun ilk notaları nasıl yükselir merak ediyorum.
Yazar olmak için hiç çaba sarf
etmedim. Bir plan, bir program dahilinde titizlikle çalışan, yazarlık
okullarına devam eden insanlara acıyan bir yürek sızısıyla bakmıştım. Bu
kendiliğinden olan ve gelişen bir süreçtir.
Ama devamlı okudum ve hâlâ okuyorum.