Sevgili okuyucular, cumartesi
günü Niğde Üniversitesinden Erciyes"e kayak yapmak için gelen genç ve dinamik
öğrencilerimiz maalesef ihmaller dizisi sonucunda hayatlarının baharında can
vermişlerdir. Ne yazık ki bu yavrularımızın ölümü her zaman olduğu gibi
takdir-i ilahiye bağlanmıştır. Ülkemizde
bugünekadarinsan ihmaliyle oluşan felaketler hep
"Takdir-i İlahi" zihniyetiyle
karşılık buldu. Çözemediğimiz dertler, felaketler, afetler karşısında hep bu
bahaneye sığındık. Kendi cehaletimizi, tedbirsizliğimizi, basiretsizliğimizi
Allah"a havale ederek geçiştirmeye çalıştık. 1978"de Lizbon"da deprem olduğunda
bazı din adamları" Takdir-i İlahidir bu" demişti. Fransız düşünür Voltaire
onlara şu dizilerle cevap verdi:
"Bu kurban yığını, kanlar
içinde yatan bu çocukları gördüğünüzde şöyle diyecek misiniz?
Tanrı cezalandırdı. Ölmeleri,
suçlarının bedelidir. Bu çocuklar hangi suçu işlemiştir?"
Tartışmaya Fransız filozofu
Jean Jacgues Rousseau da katıldı ve Voltaire"e bir mektup yazarak dedi ki:
"Tanrının iyiliğine inanmak
gerek. İnsanın çektiği acılar, kendi hatalarının neticesidir."
2.5 asır önce yaşanmış bu
olayı Batının medeniyetle buluşmasına atılan ilk adımlardan biri olarak
görebiliriz.Burada şu gerçeğin her insan tarafından bilinmesini istiyorum:Voltaire
ve Jean JacguesRousseau"un ifade ettiği ve Batının medeniyette yol almasına
neden olan sözlerini Kur"an 1400 yıl önce aynen şöyle dile getirmiştir:
"Başınıza gelen iyiliğin kaynağı Allah"tır. Çektiğiniz acılar, kötülükler ise
kendi günahlarınızın neticesidir."(Nisa/3:79).Kur"an bu gerçeği asırlar
öncesinde bildirmesine rağmen Müslümanlar neden hala insan iradesini göz ardı
eden ve kaderciliği ön plana çıkaran bir zihniyeti temsil eder bir konumdalar?
Neden bu ülkeler sorunlarını çözemediği gibi değişim sürecinde demokratik,
katılımcı ve şeffaf bir yönetimi sergilemede, üretkenlik ve verimlilikte
dünyada itibarlı bir yer de alamamış durumdalar? Buna paralel olarak, ortak,
toplumsal değer üretemeyen, bireyleri arasında ortak değer ve ölçü nosyonu
olamayan her işte, her alanda kendi içinde çelişki taşıyan kültürel
farklılıklar sergileyen, gitgide kavgacı, radikal ve ölçü tanımazlığı
derinleşen bir toplum inancını da bu ülkeler vermekteler.Türkiye, şansını,
şöhretini, ününü, başarısını, sevgisini, hoşgörüsünü, kadirşinaslığını,
üretkenliğini, verimliliğini, güvenirliliğini hem kendi içinde hem de dış
dünyada kanıtlamak zorundadır. Aksi halde kendi dünyasının dışına çıkamayan,
kendi ektiğini biçme yürekliliğini gösteremeyen, kendi kabahatini başkalarının
omuzlarına yükleyen, kusur ve geri kalmışlığının nedenini kendi üslenmeyen,
suçu ve günahı hep başkalarında arayan, ya da hiç bir ilginç yanı ve erdemi
olmayan, kendi kendisi olma hakkını veremeyen, olan bitenden "İlahi İradeyi"
sorumlu tutarak kaderin ağlarında çırpınan bir ülke konumuna düşecektir. O
zaman yaşamımızı sürdürmemiz hem dini olmayacaktır hem insani.