Sabrın ışığı sönüyor ve
kanatları kırılıyor martıların yalnızlığım
Sahile pineklemiş kim var, kim
yok
Yeniköy yanıyor bugün ve ihtiyar bir adam haşlanmış mısır, kâğıt helva,
su, çay, çekirdek satıyor sonra bir çocuk olta sallamış hayatın tam ortasına ne
tutacağından habersiz bekliyor. Umut işte, kimi bir bardak daha fazla çayın
peşinde, kimi oltasına vuran birkaç fazla balığın
Keşke herkes tavası,
ihtiyacı kadar dadansa hayatın bu yakasına yalnızlığım
Özümü çürüten bir bataklık
balığı gibisin. An be an sömürüyorsun iliklerimi ve benden kalmıyor geriye bir
damla kan yalnızlığım
Alışamıyorum bu iç boş, dışı
çürük mevsime. Neredeysen çıkıp gelsen, ses etmesen, öylece sevsen, hangi ayın?
Hangi yılın değişir? Neyin eksilir yalnızlığım?
Pejmürde ve sürgünde geçen
ömrümün bu yakası kir pas içinde yalnızlığım. İnsan kendinden iğrenir mi?
Gördüğü yüzden her sabah çekinir mi? Hani aynada sır saklıydı? Hani gülünce
güler, seni öyle ya da böyle sever, hiç yere atmaz, hayatına, her şeye değer,
hani bana gülümserdi aynalar yalnızlığım?
Kışlar içindeyim, karabasanlar
mevsimindeyim ve ömrü tespih yapmış çekenler şehrindeyim. "La bize şu diyorlar,
bu diyorlar" meselesinde, cinnetler geçirmekteyim. Birde sen vuruyorsun ya,
hani hiç aldırmıyorsun ya, görüp görmezlikten, bilip bilmezlikten geliyorsun
ya, isyanlarım yetmezmiş gibi birde sen umursamıyorsun ya, gelmiyorsun ya,
inanılmaz koyuyor insana, sayamadığım nice çıldırmalarımın içinde, birde senin
yok saymaların yalnızlığım
Eksilirken birer ikişer,
dizlerimin feri gidiyor önce ve gözlerimin ışığı sönüyor sonra
Aldırmıyorsun
ya, sende atıp gidiyorsun ya, yok sayıyorsun ya ve kırıp atıyorsun ya
kanatlarımı
Aşk olsun! Diyorum, ne deyim? Aşk olsun! Yalnızlığım, aşk olsun