Halkın Sesine Kulak Verelim

Taksimde yaşananları ve sergilenenleri tasvip etmemiz elbette düşünülemez.  Ortaya çıkan durum çok üzücü, kaygı verici ve düşündürücüdür. Ağaçlara sahip çıkanlara gaz bombası atmak, geleceğimizin teminatı olan gençlerimizi hırpalamak, coplamak, yakmak yıkmak basiretli bir yöneticinin yapacağı iş değildir. Tarihimize sahip çıkmak için burayı şekillendirdiklerini söyleyen yöneticilerimiz şunu bilmelidirler ki iki ağaç Türk milletinin muhayyilesinde ve yaşamında çok önemli iz bırakmıştır. Özellikle selvi ve çınar ecdadımızın sefer meşveretlerinde kumandanlara yol gösteren, akıl öğreten serhat gazilerini hatırlatırlar. Dedelerimiz belki de o heybetli vakarlarını, dağ sükûnetlerini o ağaçlardan öğrenmişlerdir. Yahya Kemal bu durumu çok güzel ifade eder:

O deha öyle toplamış ki bizi

Yedi yüzyıl süren hikâyemizi

Dinlemiş ihtiyar çınarlardan

Taksimde yaşananların ve orada sergilenen polisin tavrının bu fikirle uyuşmadığını görmekteyiz. İnsanların çevre duyarlılığına karşı tavır göstermek takdir edilecekken neden cezalandırılmaktadır?

İnsanların yaşam tarzlarına müdahale, farklı düşünenleri tornadan çıkmış gibi bir kalıba sokma hem sosyal psikolojiye hem de siyaset sosyolojisine aykırı diye düşünüyorum. Zaten demokrasinin olmazsa olmazı da farklı düşünenlerin düşüncelerini özgürce ifade etmesi değil midir?

Bilindiği üzere insanlık tarihinde iz bırakanlar en zalim diktatörler değil en şefkatli, en merhametli idarecilerdir. Bu idareciler hasımlarının direniş haykırışlarına karşı direnişin seyrini değiştirecek kararlarını hoşgörü ve şefkat atmosferi içinde almışlardır. Ayrıca tüm bir halkın kaderini ilgilendiren şeyin şefkat olduğunda tüm insanlık ittifak halindedir. Tarihçiler muzaffer idarecileri anlatırken, onları kendi keyiflerine göre gelecek kuşakları yöneltmediklerini, yönetime tepki gösterenlerin vay haline formüllü tartışmayı başlatmadıklarını yazarlar.

Topluma kibirle yaklaşan idareciler, genel olarak baskıcı ve kırıcı tavır sergilerler. Bu durum toplumda korkuyu doğurur. Korkuyu bastırmanın yolu korku vermek olarak algılanır. O nedenle umut içinde olan insanlara çözüm bulmayı becerebilecek güçte olan yöneticiler insanlara meydan okuma gücünü kullanmamalıdır. Demokraside halkın eylemlerinin etkilerinden yöneticiler etkilenmezler. Aksine insanları özüyle, özlemleriyle, umutlarıyla anlamaları için gayret sarf ederler. Yasakçı demokratlar, farklı mezheplere karşı sahip oldukları üstünlük düşüncelerinin doğru olduğuna inanmaları halinde diğerlerinin kuşku ve karmaşa içinde yaşamalarına neden olurlar. Yasakçı hareket, özellikle yöneticilerde sürekli büyür, genişlerse bilim, mantık ve teknoloji ile yönetilen dünyada pek itibar görmez, zemin de bulamaz.

 Demokrasilerde öç alma diye bir kavram da yoktur. Çünkü öç alma sırasının kendilerine geldiği imajını veren yöneticilerin bu algılanışları giderek toplumu daha da etkilemeye, sonra da gelecek için endişe verici bir algılamaya dönüşür.

 Demokraside yöneticiler başkalarının gözlerinde önce kendi yansımalarını aramalıdır. Bu eşsiz bir referans aynası arayışıdır. Bu arayışta insan kendi kimliğinin peşindeki arayışıdır. Bu arayışta kendimizi diğerinin bakışında sevmeye çalışırız.  Ama bu bakış her zaman sabit değildir. Hareket halindedir. Sürekli uyarı görevi de yaparlar. Bu uyarılara aldırmayan yöneticiler ile halk arasında kopuş başlar. Bu, yalnızca yöneticilerin sonu değil, aynı zamanda onların kendi kişiliklerinin de sonudur. Bu durumu bir anekdotla örneklendirmek istiyorum. Adamın biri bataklığa düşmüş. İtfaiyeciler kurtarmak için yardımına koştuğunda, beline kadar çamura batmış durumdaymış. " Siz beni boş verin" demiş adam. " Ben inançlı bir insanım. Tanrım beni kurtaracaktır". İtfaiyeciler yeniden geldiklerinde adamı omuzlarına kadar bataklığa gömülü halde bulmuş ve ona bir halat atmayı önermişler. " Hayır hayır " diye tekrarlamış adam. " Size ihtiyacım yok, imanım var, Tanrı beni kurtaracaktır". İtfaiyeciler bundan çok emin olmasalar da felaketzedenin arzusuna karşı gelmemişler. An gelmiş,  adamın yalnızca kafası dışarıda kalmış. İtfaiyeciler yeniden geldiklerinde adam yine " hayır hayır, ben inançlıyım, Tanrım beni kurtaracaktır" demiş. İtfaiyeciler daha fazla ısrar etmemişler. Adamın Kafası yavaş yavaş gömülmüş. Cennete vardığında Tanrıya sitem etmiş: "Beni neden yüzüstü bıraktın? Ben iman sahibi bir insandım ama sen beni kurtarmak için hiçbir şey yapmadın".  "Hiçbir şey yapmadım mı? Yapmadım ha?"   Diye seslenmiş Tanrı. Şu nankörlüğe bak! Defalarca yolladığım itfaiyeciler ne oluyor peki?

 Demokraside halkın sesine kulak vermeyenlerin akıbetinin ne olacağını anlatan bir örnektir diye düşünüyorum. 


M. KEMAL ATİK

5.06.2013 00:00:00


Kasım’da Dermankart’lı Ailelere 23 Milyonu Aşan Destek Ödemesi Yapıldı

KSÜ Kampüs Kablosuz Ağ Altyapısı Genişletildi

Goalball’da Gümüş Zafer

Ampute Futbol Türkiye Kupası Finali Kahramanmaraş’ta!

Göreve atanmasının 113. gününde, 113 partiliyle birlikte Ankara’ya ziyaret

Kahramanmaraş’ın talepleri tek tek Ankara gündeminde

TYB Kahramanmaraş Şubesi tarafından “Batılılaşma İhaneti’ni Yeniden Okumak” Programı Düzenledi

Kahramanmaraş’ın ilk elektrikli otobüslerinin sevkiyatı başladı

İş İnsanı Mesut Şahinkanat’a Anlamlı Plaket

Büyükşehir, Melek’in En Büyük Hayalini Gerçekleştirdi

Milli Savunma Bakanlığı, Onikişubat Belediyesi’nin dünyanın en büyük Türk Bayrağı’nı uzaydan görüntüledi

Onikişubat Belediyesi’nin Kahramanlık Türküleriyle Cumhuriyet Konseri’ne yoğun ilgi

Cumhuriyet Yürüyüşü’nde Kahramanmaraş Tek Yürek Oldu

Gül’den 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Mesajı

Cumhuriyetin 102. Yılına Özel Konser KSÜ’de Gerçekleştirildi

Güreşin Kalbi Kahramanmaraş’ta Attı

TGGF Başkan Vekili Şahin Hopur’dan Milli Takıma Moral Ziyareti