Çalım kültürünün çocuklarıyla
karşılaşıyorum.
Yapıbozumcu, yapısökümcü gibi
birtakım hilkat garibeleri kelimelerle konuşuyorlar. Söyledikleri sesler yığını
oluyor, çoğalıyor ve bir çığı kütlesi gibi omuzlarıma iniyor. Anlamsız,
idealsiz ve hiçbir yaraya merhem olamayacak gürültüler ormanı. Büyülü, esrik ve
efsunlu konuşuyorlar. Çevrelerindeki bazı hamakat ehli insanları büyülüyorlar.
Postmodernizm, diyorlar; egzistansiyalist gibi Batı"nın evlatlarıyla konuşmalarını,
seslerini daha da güçlendirerek sürdürüyorlar. Yazar pozlarıyla, düşünen ve
eser meydana getiren tiripleriyle geziniyorlar.
Zaman onları çabuk unutacak.
Yunus Emre Özsaray"ın öykülerini Yedi
İklim"den tanıyor ve sıkıntısız okuyordum. Şimdi o çalışmaların kitaplaşmış
hali karşımda duruyor.
Bazı metinler gözlerimde
toplanmış tecessüs ışıklarını bir anda alıp yok ediyor. Sözün en doğrusu şudur:
Kitap gitmiyor! İdrakimi yoran kelimeler yığını. Kurgusuz, gerçekle ilişkisi de
olmayan kısır yazılar. Yayıncılar da, sözde büyük editör sancılarını iç
bölgelerinde hisseden kişiler de bunları yazar diye, yazdıklarını kitap diye
okuyucuya sunuyorlar. Okunmuyor kardeşim, bu metinler olmamış.
Ama Kefendeki Misket okunmaya
layık bir kitap. Ne bir pürüz, ne bir budak var eserde, sizi tutup sayfalara
sürükleyecek. İz Yayıncılık tarafından toplumun beğenisine sunulan kitap 120
sayfadan oluşuyor. Ve titiz bir çalışmanın ürünü. Yazardan ve eserin
içeriğinden az sonra söz edeceğim. Tashih, mizanpaj, iç ve dış kompozisyon güzel,
itinalı bir işçiliğin ürünü
Kitapta kısa kısa ama derinlikli metinlerle
karşılaşıyorsunuz. Anlatıyor yazar, daha doğrusu bir iç mekânda, kahvede geçen
diyaloglarda hikâyeci soruyor, kahraman; karakter Tahir, anlatıyor.
Maden işçilerinin tarihi ile başlıyor
hikâyeci, kurduklarını paylaşmaya. Üçüncü şahıs ağzından dökülüyor
anlatılanlar.
"Bir kez doğrulmaya inat etmişti adam,
ayaklarının altında duran neydi, bilmiyordu. Bir tahta mı, toprak mı? Neydi
üzerinde durduğu? Adamın ayağa kalkışı, saçma da olsa, bulunduğu yerle ilgili,
bu düşüncelerin yarasalar gibi aklına hücum etmesiyle başladı." (s.10)
Durum hikâyeciliğinin
kapısından başını uzatmıştır Özsaray. Damla damla içindekileri döküyor anlatı
kişisi. Ustalarını, okuduklarını da hiç unutmuyor. Eserin çok yerinde
geleneğin, geçmişin iz bırakanlarına da göndermeler yapıyor.
Sonra Kaybolan Adamın Hikâyesi
Tahir, küçük bir çocuktur, en işlek caddede,
bir kenarda ayakkabı boyamaktadır. Bir anda kaybolmuştur. Ailesi, komşuları
telaşlıdır. Hikâyeci onu bulmaya taliptir ve yola düşmüştür.
Yazar, anlatıcı, kahraman ve
"O" kişisinin ağzından dökülen maceralar.
Derunî metinlerin altına
imzasını atıyor Özsaray. Büyük bir tasavvufî gelenekten beslenip, hayata sufice
bir bakış atıyor.
Tahir çıldırmıştır.
Zincirlerle gezinmektedir. Annesinin, babasına verdiği elektrik sonrasında
Tahir, dokuz ay geçince deliriyor, toplumun uzuvlarında meczup bir halde
geziniyor. Sanki, Âdemi"in o ulu kapıdan, cennetten sürgünlükler ülkesi dünyaya
gönderilmesine bir atıf mı yapılmış, bilemiyorum
Tahir, zincirlerle
gezinmektedir. Neye ve kime bağlanmış olabilir bu zincirlerle, onu okuyucunun
feraseti, çözümleyici idraki ve okumaları bulacaktır.
Ya da sözde yazarların
kavramlarıyla söyleyeyim "Yapıbozumcu" bir okuma sonunda,
"Yapısökümcü",(duvarsökümcü(!) ) bir bakışla belki bu büyük okuyucu, enkazın
altında, dumanların arasında zinciri ve onun neye bağlı olduğunu bulabilir.
Dede Korkut anlatısının bir
süreği gibi metinlerle, karşı karşıya olduğumu söylemek istiyorum. Şöyle bir
farkla ki, Özsaray"ın yazdıkları modern öykünün, çağdaş anlatı dilinin
imkânlarıyla bir hayli yoğrulmuş gibidir. O "Dedim, dedi" replikleriyle süren
geleneksel anlatının bir kenara bırakılıp yeni ve tutarlı bir anlatım biçiminin
tercihi. Hikâyeci tek bir yerde, metnin başlangıcında kahramana bir soru
yöneltiyor, o kadar. Ve hikâye sonlanana kadar, sadece kahraman konuşuyor,
anlatıyor
Tahir"in çocukluğu
Tahir"in gençliği
Tahir"in orta yaşlı hali ve
bir kahveyi işletmesi
Kitabın sona doğru olan
sayfalarında da yazar Yunus Emre"nin, portreler denediğini, Hacı İshak"tan,
Muhlis ve Bekir Amcalar"dan bahisle, güzel güzel hikâyeler anlattığını
söyleyebilirim.
Kefendeki Misket kitabına nice
uzun ömürler ve yazarına güzel metinlere imza atmalar diliyorum