Hz. Muhammed(a.v)"in vefatından sonra
Müslümanlar kısa sürede kendilerini hilafet, saltanat çatışması altında
buldular ve radikal gruplar arasında kabilecilik fanatizmi kök saldı. İslam"ın
sulhu, barışı ısrarla telkin etmesine rağmen, Kur"an"da zikredilen cihadın
çatışma ve şiddet bağlamında yorumlanması ve uygulanmasıyla Müslümanlar
karşıkarşıya kaldılar. Tüm bunlar zaman içinde bir Arap devleti adına değil de
bir İslam devleti adına yapıldığı imajı zihinlerde yaratıldı. Dinin temel
ilkelerine ters düşen ideolojiler bir İslam yaşam biçimi olarak takdim edildi.
İslam"ın ilk üç yüzyılında cihadın klasik öğretisi, Müslüman hukukçular
tarafından her şeyden önce Mekke deneyimini fesheden ve Kur"an"ın; "Onlarla
hiçbir zulüm ve kargaşa (fitne) kalmayıp din yalnız Allah için olana kadar
savaşın(2.193) gibi seçilmiş ayetleriyle İslam yorumlandı. Bu yorum bir yandan
Abbasi halifeliğine diğer yandan ise, Bizans imparatorluğunun emperyalist siyasetine
bir cevap olarak güçlendirildi. Klasik düşünürler dünyayı basitçe mekânların
ikilemine bölen bir cihad öğretisi geliştirerek İslam bölgesine Daru"l-İslam ve
savaş bölgesine Daru"l-Harb ismi verdiler. Bu savaşçı paradigmaya göre, savaşın
kalıcı durumu yani cihad iki mekân arasındaki ilişkiyle tanımlanır. Müslüman
olmayan bir bölgenin cihada engel olmaktan çıkmasının tek yolu ya Müslüman
olmak ya da yıllık haraç/vergi (cizye) ödemekti. Klasik inanç, hatalı bir
şekilde cihadı Müslüman bölgeleri genişleterek halifeliği yayan bir araç olarak
düşündü. Cihadın bu tarz indirgemeci yorumu sonraki Müslüman hukuki düşüncede
egemen hale geldi. (A.Rashied Omar, İslam ve Şiddet, Dini Araştırmalar,
Tercüme: Y. Gökalp, Ankara, 2004, s.359)
Görüldüğü üzere hem Emevi hem
Abbasi devri süresince yabancıların İslamileştirilmesi ve Araplaştırılması
esnasında Kur"an eksenli sözcükler özellikle cihad sözcüğüne dini yayma,
savaşma, din adına öldürme anlamı yüklendi. Kur"an asırlar boyunca ahlaki bir
öğüt kitabı olmaktan çok hukukun öncül kaynağı olarak takdim edildi. Kur"ani
ayetler kâh uydurma hadislerle kâh kıyaslarla çatışma ve şiddet uygulamasına
uygun düşecek bir biçimde yorumlandı. Bu da akabinde klasik tefsir ilmini
etkiledi. Tefsir kitaplarında yer alan rivayetlerin büyük bir bölümü senet
bakımından herhangi bir kesinliğe sahip olmadıkları ve büyük bir bölümünün de
anlam bakımından pek bir açıklığa sahip olmadığı görülür. Kur"an"da meselelere
açıklık getiren ayetlerin hepsi konu konu inmemiştir. Herhangi bir konuyla
ilgili olarak birkaç ayet nazıl olmuş, derken karşılaşılan yeni olaylarla
birlikte yeni ayetler nazıl olmuş ve böylece daha önceki ayetler
tamamlanmışlardır. Kuran"ın birçok ayetinin sahih bir şekilde
anlaşılabilmesinin yollarından biri, tarihi tahkik, tarihi inceleme ve
ayetlerin nazil olduğu şartlara tarih aracılığıyla uzanmaktır. Kuran"ın ayetlerinin
en doğru anlaşılması bu ayetlerin nazil olduğu sahneleri bilmekle mümkün olur.
O asırda yaşadığı halde o sahnede mevcut olmayan, başka sahnelerde yaşamını
sürdüren insanlarla, daha sonraki asırlarda dünyaya gelenlerin böyle bir mevcut
oluşu sağlamak için hangi vesilelerden yararlanması gerekmektedir? Hiç kuşkusuz
tarihi inceleme vesilesinden. İslam"ın herhangi bir konu hakkındaki görüşünü
bilmek istersek Kuran"ın konuyla ilgili bütün ayetlerini bir araya getirip
onları iniş sıralarına göre göz önünde bulundurarak tarihe uygun bir şekilde
tertip etmemiz gerekmektedir ki İslam"ın o konuya ilişkin nihai görüşünü
öğrenebilelim. Kur"an"ın her zaman ve mekâna hitap etme özelliği onun daha
derin ve daha dikkatli bir şekilde incelenmesini gerektirir. Kendi içimizde
yarattığımız karmaşayı, sürtüşmeyi Kuran"a uygun düşsün düşmesin sırf kendi
görüşümüze göre Kuran"ı tefsir etme son derece karmaşık dini bir oluşum meydana
getirir. Eğer görüşler yani iddia edilen anlam ve çıkarım, ayetin lafız, kelime
ve ibareleri ile direk irtibatlıysa ve bu durumu açık bir şekilde
görebiliyorsak, bunu Kuran"la ilgili bir durum olarak kabul etmeliyiz; eğer
aksine bir durum söz konusuysa asla kabul etmemeliyiz.
Sonuç
Dinler insanları bölmek,
birbirlerine düşürmek için gelmemişlerdir. Din, insanların barış ve huzur
içerisinde yaşamalarını amaç edinen bir olgudur. Din, yapısı gereği radikalizmi
teşvik edici değil engelleyici bir unsurdur. Çünkü Allah gerçekten bize
gönderdiği dinde aşırılığı istememektedir. Radikalizmi yüreklendiren, coşturan,
umutlandıran, kamçılayan, dinsel metinleri yeniden ele almanın zamanı
gelmiştir. Kur"an okuyan herkes, onun siyasi oluşumun ya da yönetme biçiminin
prensipleri üzerinde hiçbir değerlendirme yapmadığını kabul etmek zorunda
kalacaktır. Ve yine Kur"an hukuki yasaların nelerden meydana geldiği üzerinde
de hiçbir şey söylemez. İçine aldığı yegâne yasalar çok evlilik, boşanma,
kölelik ve yakın akrabaların miras hakları gibi yükümlerdir.
Hz. Peygamberin söylediği şu
sözler konumuz açısından oldukça önemlidir: "Bela zamanlarında oklarınızı ve
yaylarınızı kırın. Gerçek bir mümin siyasi ya da dini bir fitne ile iştigal
etmez. Fitne küfre, günaha, kötülüğe, ahlaki ve sosyal karmaşanın ortaya
çıkmasına yol açabilir. Fitne iki biçimde gözükebilir biri: bireyde içsel,
diğeri ise toplumda dışsal olabilir".
Cihad: İnsanın kendini geliştirme
isteğini, ıslah çabasını, yüce bir amaç için mücadeleyi, çabalamayı, gayret
etmeyi, kötülüğe, teröre, kin ve nefrete teslim olmamayı temel esas edinir.