İnsanoğlu var olduğu günden
beri kökten bir değişimi gerçekleştirebildi mi? Yalnız kendini düşünebilme,
bütün bencil arzularından arınabilme yetisini kazanabildi mi? Maalesef bu
sorulara evet diyebilmemiz çok zor görünüyor. Belki insan elinden geleni
yapmaya çalıştı, ama temelde insan hiç değişmedi. İki milyon yıldır ne isek,
yine öyleyiz. Çünkü içimizdeki hayvan çok güçlü. Onun için de bütün aç
gözlülüğü, kıskançlığı, hırsı, öfkeyi, acımasızlığı, yüreğimizin ve zihnimizin
derinliklerinden atamadık, o hala yaşıyor. Din, kültür, medeniyet, ahlak
aracılığıyla bunun dışını cilaladık ama dışımızdaki maske içimizdeki şer
duygularımızı gizledi. Sırf nefislerimizden başka kendimize hâkim bir güç
tanımadık. Hal bu ki, daha çok biliyoruz, teknolojik açıdan da çok ileri
gittik. Batı ve Doğu felsefesini, edebiyatını okuduk, tartıştık, bütün dünyayı
dolaştık ama içimizde, çok derinlerde, kök salmış, gömülmüş o bilinçaltındakini
değiştiremedik. Dış dünyamızda her türlü bilgi ve hikmet dolu sözlerle
yaşamımızı renklendirdik ama iç dünyamızı nefis, şeytan, heva ve heves
arzularından arındırabildik deme cesaretini gösteremiyoruz. Çünkü nereye
gidersek gidelim insanlar acı çekiyorlar. Yoksulluk, sefillik, zulüm, terör
yaşamın bir parçası oldu adeta. Toplumsal haksızlık söz konusu, aşırı zenginler
ve aşırı yoksullar var. İnsanlar acı çekiyor, her türlü, kişisel ve genel
sorunlar yaşama egemen olmuş durumda.
Bütün dünyada bir çatışma, bir
savaş yaşanıyor. Son derece zor durumda olan insanların sayısı gün geçtikçe
artıyor. Olağanüstü bir korku duygusu, güvensizlik duygusu vardır dünyada. Bu
belirsizlik ve güvensizlik nedeniyle insanlar stres denilen sinirsel hastalığın
pençesinden kurtulamıyorlar. Bu yüzden stres çağımızın en büyük hastalığı
haline gelmiştir.
O halde çare nedir: Bizce en
önemlisi, sadece dışımızdaki dünyada bir değişim yapmak değil, aynı zamanda
içsel olarak içimizdeki " ben" in ön yargılarından, arzularından, kendi
içimizdeki çatışmalardan, sorunlardan da arınmalıyız diye düşünüyorum. Hoca
Ahmet Yesevi Hazretlerinin bir sözünü burada sunmak istiyorum: " Kötülüğümüz
içimizde bizim, içimiz ise kurtulamıyor kendi kendinden".
Mevlana"nın Mesnevisinde
konuyla ilgili örnek bir hikâye şöyle anlatılıyor:
Bir Arif, kötü huylu yaşlı
adamın birine sordu: Sen mi daha yaşlısın, sakalın mı?
Adam dedi ki: Ben, ondan önce
doğdum. Sakalsız nice zamanlarım geçti.
Ârif dedi ki: Sakalın ağarmış,
eski halini terk etmiş. Öyle olduğu halde yazıklar olsun, kötü huyun hala
sürmektedir. O senden sonra doğmuş, seni geçmiş. Sense hala arzu ve
tutkularının esiri olarak kalmaya devam ediyorsun; büyüklük sevdasıyla böylece
kala kalmışsın. Önce doğduğun renktesin hâlâ. Ondan bir adım bile ileri
atmamışsın. Hâlâ kaptaki ekşi ayransın. Hâlâ o yoğurdun yağını ayıramamışsın.
Hâlâ balçık küpteki hamursun, bir ömürdür ateşli tandırdasın ama hâlâ
pişmemişsin. Heves yeliyle başın dönüyor ama tepedeki ot gibi ayağın toprakta.
Musa kavmi gibi Tih çölünün ısısında, durduğun yerde tam kırk yıl kala
kalmışsın, a akılsız adam! Her gün, ta akşama kadar koşup duruyorsun. Fakat
kendini yine de ilk konak yerinde görmedesin. Allah"ın lütuf ve keremi, gönlüne
mutluluk versin de şu yerin yücelip alçalışına bak. Yılın yarısında çorak bir
halde iken, yarısında yeşerir, tazeleşir; dolayısıyla değişir. Ya sen, ne zaman
değişeceksin?Yunus Ermenin de dediği gibi: "İçin dışın murdar iken dost
neylesin senin ile. Gözün gönlün nefsi hava aşk neylesin senin ile."