Size iki farklı zaman
diliminde iki farklı olay anlatmak istiyorum. İlki, Büyük Osmanlı Devletinin
cennet mekân padişahı 2. Abdulhamithan zamanında yaşanan olay. Ermeniler,
isyanlar çıkartıyor ve doğuda katliamlar yapıyor, bunun üzerine "sadık-ı
millet"" Ermenileri iskan politikası ile karışıklıklardan uzak tutmayı
amaçlayan Sultan, onları Lübnan Suriye ağırlıklı ülkelere taşıtıyor. Bu
göçlerden birinde bir ermeni bugün önemsiz kabul edilen o günün kâbus hastalığı
olan vereme yakalanıyor. 120 kişilik kafileden bir kişi ölüyor. Bu olaydan
haberdar olan Sultan acil bir telgrafla olaydan sorumlu olabilecek bütün
yetkililerin hesap çekilmesini ve yargılanmasını emrediyor. Mardin"de kurulan
mahkemede gerekli tedbirleri almadığı için kafile komutanı Binbaşı suçlu
bulunuyor. Cezasını ise Sultan belirliyor, ^^idam^^. Oysa o günlerde verem, tedavisi henüz
bulunamamış salgın bir hastalıktı. Osmanlı devlet olarak yokluk çekiyor halk
bile yeterli beslenemiyor, olan nimete şükrediyor, olmayan günde ise dua
ediyordu. Ama karar kesindi. Çünkü kendisine verilen görev, sağ salim
Ermenileri Şam diyarında belirlenen merkeze teslim etmekti. Eksik kabul
edilemez, gerekli önlem alınmaması da zafiyet kabul edilirdi. Askeriye zafiyet
kaldırmayacak ve hatayı kabul edeyecek bir kurumdu.
İkinci olay ise, günümüz
devleti Türkiye Cumhuriyetinde yaşandı. Uyuşturucunun bahçesi Bingöl"de
on-onbeş yıl arayla aynı bölgede iki defa askeri sevk sırasında baskın yapıldı
ve onlarca delikanlı-sütü burnunda- ciğerpareler şehit edildi. Olayların içinde
istihbaratın zafiyeti var, askeriyenin var, komutanların açık ve net bir
şekilde var, bölge halkının parmağı var, devletin ise "babasının çiftliği""
gibi yönetilmesi var. Birincisi sevkiyat ile ilgili bilgiyi içerden birileri haber
vermese, kim, kaç kişi ve nereden ve nasıl gidileceğini bilebilir? Sonra,
oradaki komutanı tarladan domates toplaması için mi koymuşlar? Niçin güvenlik
alınmadan sevkiyat yapılıyor, bu sevkiyat asker sevkiyatıdır, mal değil ki
böylesi elinin kolunu sallayarak götürülebilsin. O sevkiyat sırasında
helikopterler nerede? Oysa bir komutan bir şehirden bir şehre geçerken
helikopterler havada sinek gibi geziyor da, bu delikanların canı patlıcan mı?
Peki o sevk yolunun geçtiği güzergahın yol şekline ne demeli? Kıvrım kıvrım
yapılmış, küçük tepelerin etrafı dolandırılmış, bunu çizen mühendis diplomayı
nasıl alabilmiş?
Bu iki olay arasında ki en can
alıcı şey ise, cezalar. Birinde sert bir ceza var idam" diğerinde ise daha
kötü bir ceza var sessizlik". Şimdi ikinci olayda bulunan komutan hala alkol
kadehini eline alıp şerefe demiyorsa askeri gazinoda, bende bir daha yazı
yazmayacağım
bu kadar eminim. Bu millette ölen fakir çocuğudur, zengin çocuğu
ya para verir askerlikten kurtulur ya da askerliği bodrum Türkbükünde yapar,
sahilde çıplak kadınları seyrederek, denizde yüzerek. Bu millet askerden çektiğini
kimseden çekmedi. Dünyanın ilerleyişinden bu kadar geri kalmamız darbelerden
değil mi? ekonomik yıpranmışlığımız askeri harcamaların büyüklüğünden değil mi?
bizim olan zehir gibi beyinler şuan yurtdışında başka devletlere hizmet ediyor,
sebebi, askeri mantık ile devletin yönetilmesi ve korku dünyası oluşturulması.
Niçin bizim askeriyemiz kendi silahını üretemiyor? Bu sorunun cevabını
bulabilirsek veya düşünürsek şehit askerlerimizin kıymetlerinin yok hükmünde
olduğunu anlarız. Bizim askerimizi öldüren maşa PKK" değil, askerimizi oltaya
yem yapan komutanlardır. İnşallah bir gün bizim generallerimizin bir akrabası
hatta oğlu ölürde bir gözyaşlarını görürüz. Bu millet ağlamaktan ve şehit yası
tutmaktan yoruldu artık
Tunceli Bingöl hattı, daha
doğrusu doğu Anadolu, kaçakcılık ve uyuşturucunun merkezi konumunda, ben
Batman"dan Bitlis"e geçerken iki yanım hint keneviri" bahçesi ile doluydu.
Tarımda bu kadar para eden başka bitki bilmiyorum. Para varsa her türlü ihanet
ve entrikada vardır. Varın gerisini siz düşünün
.