Tasavvuf genellikle şöyle tanımlanır: Aklın yetmediği alanlarda ve özellikle de Tanrı kavramında gerçeği gönül yoluyla ya da irade gücüyle bulmayı amaçlayan felsefesel din öğretisi. Şöyle tanımlayanlar da var: Kişinin kendini dünya ilgilerinden ayırıp Tanrı sevgisine bağlaması. Şeyh-ül-İslâm Zekeriya el-Ansârî şöyle tanımlıyor: ?Tasavvuf, nefsi tezkiye etmenin yollarını, ahlâkı güzelleştirmeyi ve sonsuz mutluluğa ulaşmak için iç ve dışı (bâtın ve zâhiri) düzelten bir biçimdir?.Ünlü mutasavvıf Cüneyd-i Bağdâdî (ö.297/909) ise şöyle tanımlamaktadır: a)? Tasavvuf, her türlü kötü huydan kurtulup güzel bir ahlâka sahip olarak yaşamaktır?. b) ? Tasavvuf, Tanrı?nın seni sende öldürüp kendisiyle yaşatmasıdır. ? İbn Âbidin Reddi Muhtâr adlı ünlü eserinde şöyle tanımlamaktadırr: ? Tasavvuf, mesâfeleri aşıp makamlara yükselmek için girilen bir yoldur. Allah?a giden yolun dışı ve içi (zâhiri ve bâtını) vardır. Dışı şeriat ve içi hakikattir. Şeriatta hakikat sütte yağ gibidir, sütü çalkalamadan yağı alınamaz. Ama her ikisinin de amacı Allah?a gereği gibi kulluk etmektir?. Sühreverdî de ?Avârifu?l-Maarif? adlı kitabında, mutasavvıfların Ehl-i Sünnetten olduklarını, ibadeti şeriata uygun olarak yaptıklarını, dinin kural ve temellerini araştırmakta derinleşerek dinin gerçek amacına doğru yürüdüklerini ve böylelikle tam ve gerçek bir imana kavuştuklarını yazmaktadır.
Ayrıca Tasavvufu çok farklı manalarda tarif edenler de olmuştur. Bunları şöyle özetleyebiliriz: Tasavvuf: Yaradılışın sırlarını, Tanrının varlığı ile insan-evren arasındaki ilişkiyi inceleyen bilimdir. Başka bir tanımla tasavvuf; günah işlemeye vasıta olan maddi ve manevi güçlerin zayıflamasını ve yerini sevaba vesile olanların almasını temin maksadına yönelik bir harekettir. Tasavvufta esas, nefsin dünyevî isteklerini önleyerek onu terbiye etmeyi sağlamaktır. İç temizliğine, gönül rahatlığına ulaşmak, kurtuluşa kavuşmak için Allah?ı çok zikir etmek gerekir. Allah?ın zikri İslâm?ın temelidir. O da şudur: Bir ve tek olan O?dur(Lâilahahe illallah). Bilindiği üzere insanda, günah işlemeye vasıta olan organlar yedidir: Kulak, göz, dil, el, ayak, karın ve cinsel organlar. Bunlar daha çok maddi kötülüklerin vasıtalarıdır. Manevî hastalıklarımızın kaynağı ise yaradılışımızda mevcut, nefsin meydana çıkışı olan davranışlarımızdır ve onlar da yedidir: kibir, haset, kin,gösteriş, büyüklenme, mal, makam sevgisi.
Mutasavvıf terimine gelince: O da, insan ruhunun gerçek değerlerini ve ihtiyaçlarını bilip, insanları manevî hastalıklardan kurtarmak için tedavi eden ruh hekimine denir. Bir eğitimcidir ve bir mürşittir. Mutasavvıf bilginler, kemal mertebesine erişinceye kadar insanların geçirdikleri merhaleleri 10 usul adı altında açıklamışlardır: 1.Tevbe, 2. Zühal, 3. Tevekkül, 4. Kanaat, 5. Uzlet, 6. Zikir, 7. Hakk?a dönme, 8. Sabır, 9. Murakabe, 10. Rıza.
1.Tevbe: Tasavvufî birlik hayatının kapısıdır. Ruhun selameti için günahın zararlı olduğunu anlamadan doğmuştur. Zira günah, mümini gayesinden, yani Allah?ından ayırır. Tevbe, ruhî bir hadisedir. Kulun kusurunu Hakk?a götürmesi, günahlarını itirafla, pişmanlığını beyan edip O?na sığınmasıdır.
2.Zühal: Kötü kabul edilen şeylerden yüz çevirmek, Allah?ın emrettikleri dışında her şeyle ilgiyi kesmek; nefsin gayrı meşru isteklerini önleyerek onu terbiye etmek. Zühal, dünyaya karşı duyulan her rağbeti söküp atmaktır. Kulun Allah ve Peygambere olan sevgisi zühal sayesinde gerçekleşir.
3.Tevekkül: Tasavvuf, kulun yaradılış gayesine en uygun hayatı seçmesini ve ona ulaşmasının yollarını aramasını arzular. Bu gayenin en yücesi Marifetullah?tır. İnsanların bu makama ulaşmasına sebep olan yollardan biri ve önemlisi Allah?a tevekkül ve ondan yardım dilemektir. Tevekkül sadece dil ile ifadeden ibaret değildir. Gerçek tevekkül, Allah?ın kendisi hakkındaki takdirine rıza göstermektir. Tevekkül nazariyesinin gelişmesi, doğrudan doğruya Sûfîliğin ana kavramı durumundaki ?insan-Allah? ilişkisi istikametinde oldu.
4.Kanaat (Şükür): Nimeti vereni düşünüp, nimeti itiraf ve ikrar ederek Hakk?ın bu lütfünden dolayı ona teşekkür etmektir. Gerçek şükür, Hakk?ın insanlara bahşetmiş olduğu nimetlerin cinsinden başkalarını da faydalandırmaktır.
5.Uzlet: Tasavvuf ıstılahında uzlet, insanın kalbinde meydana gelen sevap veya günahlarla ilgili manalarla meşgul olurken, halkın hallerinden habersiz olmaktır. Yani kalbin masivaullah ile olan ilişkisinin kesilmesidir.
6.Zikir: İnsanı ruhî olgunluğa ulaştıran bir vasıtadır. Zikir anında insan, Allah Teala?nın kendisine nazar ettiğini ve onun huzurunda bulunduğunu hisseder. Bu aynı zamanda ?ihsan? makamıdır.
7.Hakk?a Dönme: Allah?ın birliği yoluna giren kul, Allah?ın her yerde kendisiyle birlikte olduğunu hissetmeye başlar. Daha sonra Allah?ın, kendisine kendisinden daha yakın olduğunu hisseder. Daha sonra Allah?ın, kalbinden geçeni bildiğini, kendisinin ve sahip olduğu malın Allah?a ait olduğunu hisseder ve nihayet her tarafta Hakk?ın tecellilerini müşahede eder.
8.Sabır: Peygamberimiz sabrı, dinin yarısı olarak tarif etmiştir. Sabır, nefse haz veren şeylerden uzaklaşmaktır. Sabır makamına ulaşmış bir kimse, musibetlerden müteessir olmaz.
9.Murakabe: Kötülüklerden kalbini korumak için kişinin nefsini kontrol altında bulundurmasıdır. Gerçek murakabe, Allah?ı görüyormuş gibi ibadet etme alışkanlığını elde etmeye çalışmaktır.
10.Rıza: Rıza, tevekkül ve sabrı tamamlayan ruhî bir yükseliştir. Allah?ın kazasına teslim olup itirazı, terk eden kimse üzüntü ve sevinci terk eder, o sadece yaşadığı müddetçe Allah?ın hoşnutluğunu kazanmaya çalışır.
11.Zahit , ?münzevi? veya âbid Allah?ın kulu anlamlarını ifade eden bu sözcükler sûfi hareketin ön ayakları için kullanılmıştır. Bu insanlar, pek çok Müslüman arasında mutaassıp olmalarıyla ayırt edilmişler ve dini emirleri kabul etmeleri ile de Müslümanlar arasında yükselmişlerdir.
12.Zühd hayatında ahlâkî bir duygu olarak üzerinde durulan Kur?an?ın tevekkül kavramı, bazı çevrelerde dünyayı reddetme biçiminde ortaya çıkan aşırı bir doktrine, tabiî ?sebepler?den bağımsız olma görüşüne dönüştü. Gerçi bu kavramın kesin anlamının ne olduğu hususunda sûfîler arasında bir anlaşma sağlanmış değildir. Aşağıdaki hikâye bunu açıkça göstermektedir: Bizim değerlendirmemize göre tasavvuf Allah?ın adaleti önünde büyük bir sorumluluk duygusu içinde yaşamaktır. Bu duygu, müslümanların davranışlarını dünyevî alandan ve mekanik bir şekilde İslama uyma derecesinden çıkarıp ahlâkî faaliyet alanına yükseltmesidir. Bu tür bir dindarlığın özü, ?takva? veya ahlâkî ideal karşısında duyulan sorumluluktur. Bu duygu, müslümanlarda ameli bir derinlik kazandıracak ve onları yaşamlarında özel bir derunîliğe ve ahlâkî basiret derecesine yükseltecektir.