Sevgili Okuyucular, yukarıdaki
cümle Sa"di Şirazî"ye aittir. Sa"di Şirazî müslüman doğunun yetiştirdiği en
büyük bilginlerden biridir. Daha çok bir İslam ahlakçısı ve mutasavvıfı olarak
bilinir. Kendisi XII. yüzyılın başlarında dünyaya geldi. Doğduğu şehre
nispetle-Şirazî olarak meşhur oldu. Sadî adını ise, Salgurlu Türk Atabeyler
hanedanından Ebû Bekir b. Sa"d b. Zengi"nin adından aldığı rivayet edilir.
Sa"di Şirazi, Allah ve
Rasulüne bağlı biri idi. İç dünyası, aşk, şevk ve sevgi ile dolu idi. O, hep
yaşamın içinde yer aldı, hep yaşamı yorumladı, düşüncelerine kaynak olarak ta
daima yaşamı seçti. O, insanları yalnız birey olarak değil, geniş bir toplumun
üyeleri olarak inceledi. Bu toplumun içinde hükümdarlar, vezirler, yoksullar,
zenginler, dervişler, askerler, memurlar, sanatkârlar, köleler, şairler var
idi. Sa"di"ye göre toplum bir bedenin azaları gibidir. Bireyler dürüst,
tertipli ve olgun olursa toplum da mutlu olur. Toplumun düzenini sağlamak için
de insanlar ve kurumlar görevlerinin yerine getirmelidir. Bir çoban durumunda
olan devlet başkanı da halkının hizmetçisi olduğunu unutmamalıdır.
Sa"dî"ye göre, kâinatta her
şey, kendine mahsus bir dille, gönül erlerine, ârif ve olgun insanlara hitap
ediyor. Her şey ve herkes, karıncalar, sinekler, kuşlar ve Âdem Oğulları
Hakk"ın emrine baş eğerler. Mahlûkatın her sırrını bilen, her işi bitiren,
lütfü çok, keremi çok Allah"tır. Ululuk da ona yaraşır, benlik de. Çünkü
saltanatı daimdir; kendisi hiçbir şeye muhtaç değildir. Kiminin başına ikbal
tacı kor, kimini tahtından yere indirir. Bir yandan İbrahim Halil"e ateşi
gülistan ederken, birilerini de Nil sularından ateşe atar. Perde arkasında
işlenen kötülükleri görür de, yine nimetleriyle bunlara kendisi perde çeker, merhametiyle
çaresizlere yakınlık gösterir, yalvarıp yakaranların dualarını kabul eyler.
Sa"dî"ye göre, kudretiyle
yerleri, gökleri yerinde tutan, kıyamet dîvanının hâkimi olan Allah, öyle kerem
sahibidir ki, ateşperesti, putperesti, düşmanları dahi görüp gözetirken,
dostları nasıl mahrum eder? O sabah rüzgârına, "Yeryüzüne, zümrüt yeşili
yaygıyı ser" demiş. Bir sütnineye benzeyen bahar bulutuna "bitki kızlarını yer
beşiğinde besle" diye emretmiş. Bahar olsun diye ağaçlara yeşil yapraktan
elbiseler giydirmiş. Bahar mevsiminin gelmesiyle, mini mini dalların başlarına
çiçekten taçlar koymuş, şeker kamışının öz suyu onun kudretiyle halis bal
olmuş, hurma çekirdeği, onun terbiyesiyle, boylu boslu fidan haline gelmiştir.
Sa"dî bütün bunları kulun,
Allah"ın buyruğunu tutması, şükrünü yerine getirmesi için gözler önüne serer.
Şöyle der: "Bulut, rüzgâr, ay, güneş ve gök, sen eline bir lokma ekmek alasın
da gafletle yemeyesin diye çalışmaktadır. Senin yolunda hepsi dönerek,
dolaşarak İlahi buyruğu yerine getirirken, sen emre uymayasın, bu insafa
sığmaz."
Sa"dî, Allah"a kul olmanın,
şükrünü eda etmenin mümkün olmadığını, hiç kimsenin buna kadir olamayacağını
söyler. Der ki: "İlahi rahmetin hesapsız yağmuru herkese saçılır, nimetinin
cömert sofrası her yere açılır. Allah"ın lütfüyle alınan her nefes hayatı
uzatır, verildiği zaman da vücudu ferahlatır. Demek her nefeste iki nimet var.
Her nimet içinse bir şükür vacip. O"nun şükrünü hakkıyla eda etmek kimin
elinden gelir? Öyleyse kula yaraşan şudur: Yüce Allah"ın katında kusurlarının
özrünü dilesin. Yoksa O"nun yüceliğine layık olanı kimse yerine getiremez.
"Âşıklar sevgilinin yolunda
can verenlerdir. Ölmüşlerden ses gelmez ki" diyen Sa"dî-i Şirâzi, kulun bütün
varlığıyla, samimiyetiyle hak yolunda nefsini meşgul etmesini, onun eşiğine
başını koymasını ister. Ona göre kul: "Ey yargılayan, ey esirgeyen Rabbim, pek
zalim, pek cahil olan insandan sana layık ne beklenir, bilirsin" diye
inlemelidir. Sa"dî, "Kul, eksiklerim için özür dilemeye geldim. Çünkü ibadetime
güvenim yok. Arifler ibadetlerindeki kusurlar için istiğfar ederler. Asilerse
günahları için tövbe ederler. Abitler ibadetlerinin mükâfatını, tacirler
mallarının pahasını isterler. Ben, kulun ibadetimi değil, ümidimi getirdim,
ticaret için değil dilenmek için geldim. Benim hakkımda sana yakışanı yap, bana
layık olanı değil, demeli" der.