ŞABAN SÖZBİLİCİ

Tarih: 08.10.2013 00:00

Gölge Boyu Irmak

Facebook Twitter Linked-in

Mortaş Mehmet 2009, Gölge Boyu ırmak, İstanbul: Birey Yayınları.

Mehmet Mortaş"ı aynı koridorda görev yaptığımız yıllardan bilirim. Şiirlerini ve nesirlerini birlikte değerlendirir, şiirlerimden de ona verirdim. Yıllar boyu karşılaştığımızda muhabbetimiz devam etti. Oğlumun kolundaki sızı nedeniyle Ortopediye gittiğimizde karşılaştık, aynı sıcak ilgisini gösterdi ve bir kitap vereceğini söyledi. Çalışma odasının yan tarafından bir kitap getirdi. Kitabın üzerinde adını görünce sevindim, tebrikle beraber kitabın bir sayfasını açtım, şu mısralara gözüm ilişti: "İskeletimin üzerine / Çamurdan giydirilmiş elbise" (s. 10)

Gölge Boyu Irmak şiir kitabı iki bölümden oluşmuş. "Dili Sürçen Serçe" bölümünde beş şiir var ve her şiirin başlığının son kelimesi "dili" ile bitiyor. İkinci bölüm "Irmak Boyu Gölge" adını taşıyor ve bu bölümde de yirmi beş şiir mevcuttur.

Şairler büyük acıları, isyanları, kıskançlıkları, korkuları, sevinçleri, başarıları, hoşgörülü olmayı yüreklerinde veya ruhlarında nasıl taşırlar? Cahit Sıtkı, Otuz Beş Yaş şiirinde taşın sert olduğunu, suyun boğduğunu insanın belli bir yaşa gelince gerçek anlamda anladığını belirtir. Yine Fuzuli"nin aşk derdinden "hoş" olması, halinden şikâyetçi olmaması bir olgunlaşma döneminden sonradır. Mehmet Mortaş da kendisinin olgunlaşma dönemini "Ruhumun mihenk hüznüne yerleşince acı / ateş ateşi yakmaz" (s. 8) ölçüsüyle dile getiriyor.

Şair; dili ve güzel ifadeyi yakalayabilmek için gözyaşı dökmeli, "gövermiş kelimeyi mancınıkla döven" Nemrut"a isyan edercesine gövermemiş kelimelere itiraz etmeli ve sonrasında İbrahim"in ateşe atılması gibi "dazlak kelimeler"le kelimelerin "ateş tarlalarına" uzanmalı ki İbrahim"in nefesi gelsin şairin içine. Kelimeler şair için "ateş"tir. Kelimeler "yılanın bedeninden geçen cehennem"dir, "masallarda akıtılan kan mabetleri"dir, karanlığa yani bilinmeze, görünmeze akarlar. İşte o akıştan şairin işlemesiyle kelimeler "nar gibi kızarıyor akşam yanaklarında". Bu kızarma artık şairin ve şiirin olgunlaşmasıdır. Olgunlaşan şairin "gözlerini mahur eden ateş Sina"dan" gelmiştir ama yüreği "ateşten gömlekler içinde yine cehennem"dedir. Çünkü saklı bir kaybetme hiç eksik olmaz şairin bir yanından. "Ateşin dili"nde yükseliş de olur sönüş de.

"Toprağın Dili"ne "İskeletimin üzerine / Çamurdan giydirilmiş elbise" (s. 10) mısralarıyla giriş yapılmış ve "Yağmurun Dili"nde aynı mısralar "Revnak renginde utangaç iskeletin / Çamurdan giydirilmiş elbise ile" (s. 14) şeklinde tekrarlanmış. (Revnak: Parlaklık, göz alıcılık, anlamındadır. Renk kelimesi fazladan kullanılmış.) Bu şiirde güzel imgeler yakalamış Mehmet Mortaş: Ruhumun sürgünü, yoğrulmuş sesler, sahrada yükselen gökdelenlerin kaşağılanması, bir kadının dudaklarından tren geçer, zamana gem vuran medeniyet.

Toprağın Dili"nde batı medeniyetinin bizim kültürümüzdeki geçiciliğinden söz ediyor. Sahra diyince kum deryası akla gelir. İşte "Sahrada yükselen gökdelenlerin kaşağılanması", "donuklaşmış hayallerin çıban yarası", "bir kasırgadır dünyanın kalbine hücum eden", "bir kadının dudaklarından tren geçer" gibi mısralar geçiciliği ifade ediyor. Bu geçiciliğin sebebini "medeniyetin kadının teninden dirilmiş" olmasına bağlıyor. "Susturulmaz toprağın dili" o "çatırdamayı haber verecek", diyor. Toprak yansıtmaz, kesiftir. Üzerinde görülen parlaklıklar kendinden değil, başkalarına aittir. Aynı toprak, bağrında güzellikleri saklar. Bağrındaki yeşerdi mi çatırdama kaçınılmaz olur, görünen ne kadar budansa da kök her daim alttadır. Bundan dolayı bir medeniyetin kendi köküne dayanmayıp batıdan veya "kadının teninden" dirilmeye kalkması kendi kıyametini haber verir.

Şaire göre "ateşin dili" susturulur ama "toprağın dili" susturulamaz.

Şiirlerinde medeniyetin hüznünü dillendiren Mortaş, bu yüzyıl insanının maddi varlık içinde (gökdelen, sokak, cadde…) manevi bir yoksulluk yaşadığını dile getiriyor "Dili Sürçen Serçe" şiirlerinde.

Şairin görevlerinden biridir çağını sorgulamak. Mortaş"ın; Çamurdan Kuş, Bir Şehir Akıyor Gazze"ye, Lalezar ve Şirpençe şiirlerinde şehir medeniyetinin bozulmuşluk, kokuşmuşluk içinde maddeyle yükselişi karşısında bir direniş görüyoruz. Bu direniş aynı zamanda eyleme de dönüşüyor.

"Yeryüzünün zulmedilmiş halkları adına / Boynu bükülmüş yetimler adına / Zalimlere göğüs geren yiğitler adına / Yüreklerinde ağıtlar Anadolu diyarından / Analar bacılar / Güneşte kavruk kavruk yanmış oğullar / Maraş akıyor Gazze"ye /  İstanbul"dan Kudüs"e Diyarbakır"a / Anadolu doğuyor Filistin"de gövermiş sabah kızıllığına" (s. 64)

İmgelerle yazmak şiirin durağan olması, konu akışının ve bütünlüğünün olmaması anlamına gelmez. Şiiri okumada bir merdiven çıkar gibi, bir su akıntısına kapılıp sürüklenir gibi bir akışın olmasını sağlar. Mortaş"ın bu akışı ve imgeyi birlikte çok güzel sunduğu Tenimizdeki Deniz ve Şairin Ölümüne Kırağıdır Çalan şiirleridir.

İmgelerin gerçekçi olması "Kederin papatya üzerinde çalkalanan deniz değil" mısrasında olduğu gibi yaşanılan hayattan ve çevreden alınmasıyla da bağlantılıdır.

Türk şiiri Anadolu"dan, taşradan bir daha beslendi. Türk şiiri taşradaki pınarını, kaynağını kurutmazsa kaybolmaz, daha da beslenerek önü açılır. 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —