Mortaş Mehmet 2009, Gölge Boyu
ırmak, İstanbul: Birey Yayınları.
Mehmet Mortaş"ı aynı koridorda
görev yaptığımız yıllardan bilirim. Şiirlerini ve nesirlerini birlikte
değerlendirir, şiirlerimden de ona verirdim. Yıllar boyu karşılaştığımızda
muhabbetimiz devam etti. Oğlumun kolundaki sızı nedeniyle Ortopediye
gittiğimizde karşılaştık, aynı sıcak ilgisini gösterdi ve bir kitap vereceğini
söyledi. Çalışma odasının yan tarafından bir kitap getirdi. Kitabın üzerinde
adını görünce sevindim, tebrikle beraber kitabın bir sayfasını açtım, şu
mısralara gözüm ilişti: "İskeletimin üzerine / Çamurdan giydirilmiş elbise" (s.
10)
Gölge Boyu Irmak şiir kitabı
iki bölümden oluşmuş. "Dili Sürçen Serçe" bölümünde beş şiir var ve her şiirin başlığının
son kelimesi "dili" ile bitiyor. İkinci bölüm "Irmak Boyu Gölge" adını taşıyor
ve bu bölümde de yirmi beş şiir mevcuttur.
Şairler büyük acıları,
isyanları, kıskançlıkları, korkuları, sevinçleri, başarıları, hoşgörülü olmayı
yüreklerinde veya ruhlarında nasıl taşırlar? Cahit Sıtkı, Otuz Beş Yaş şiirinde
taşın sert olduğunu, suyun boğduğunu insanın belli bir yaşa gelince gerçek
anlamda anladığını belirtir. Yine Fuzuli"nin aşk derdinden "hoş" olması,
halinden şikâyetçi olmaması bir olgunlaşma döneminden sonradır. Mehmet Mortaş
da kendisinin olgunlaşma dönemini "Ruhumun mihenk hüznüne yerleşince acı / ateş
ateşi yakmaz" (s. 8) ölçüsüyle dile getiriyor.
Şair; dili ve güzel ifadeyi
yakalayabilmek için gözyaşı dökmeli, "gövermiş kelimeyi mancınıkla döven"
Nemrut"a isyan edercesine gövermemiş kelimelere itiraz etmeli ve sonrasında
İbrahim"in ateşe atılması gibi "dazlak kelimeler"le kelimelerin "ateş
tarlalarına" uzanmalı ki İbrahim"in nefesi gelsin şairin içine. Kelimeler şair
için "ateş"tir. Kelimeler "yılanın bedeninden geçen cehennem"dir, "masallarda
akıtılan kan mabetleri"dir, karanlığa yani bilinmeze, görünmeze akarlar. İşte o
akıştan şairin işlemesiyle kelimeler "nar gibi kızarıyor akşam yanaklarında".
Bu kızarma artık şairin ve şiirin olgunlaşmasıdır. Olgunlaşan şairin "gözlerini
mahur eden ateş Sina"dan" gelmiştir ama yüreği "ateşten gömlekler içinde yine
cehennem"dedir. Çünkü saklı bir kaybetme hiç eksik olmaz şairin bir yanından.
"Ateşin dili"nde yükseliş de olur sönüş de.
"Toprağın Dili"ne "İskeletimin
üzerine / Çamurdan giydirilmiş elbise" (s. 10) mısralarıyla giriş yapılmış ve
"Yağmurun Dili"nde aynı mısralar "Revnak renginde utangaç iskeletin / Çamurdan
giydirilmiş elbise ile" (s. 14) şeklinde tekrarlanmış. (Revnak: Parlaklık, göz
alıcılık, anlamındadır. Renk kelimesi fazladan kullanılmış.) Bu şiirde güzel
imgeler yakalamış Mehmet Mortaş: Ruhumun sürgünü, yoğrulmuş sesler, sahrada
yükselen gökdelenlerin kaşağılanması, bir kadının dudaklarından tren geçer,
zamana gem vuran medeniyet.
Toprağın Dili"nde batı
medeniyetinin bizim kültürümüzdeki geçiciliğinden söz ediyor. Sahra diyince kum
deryası akla gelir. İşte "Sahrada yükselen gökdelenlerin kaşağılanması",
"donuklaşmış hayallerin çıban yarası", "bir kasırgadır dünyanın kalbine hücum eden",
"bir kadının dudaklarından tren geçer" gibi mısralar geçiciliği ifade ediyor.
Bu geçiciliğin sebebini "medeniyetin kadının teninden dirilmiş" olmasına
bağlıyor. "Susturulmaz toprağın dili" o "çatırdamayı haber verecek", diyor.
Toprak yansıtmaz, kesiftir. Üzerinde görülen parlaklıklar kendinden değil,
başkalarına aittir. Aynı toprak, bağrında güzellikleri saklar. Bağrındaki
yeşerdi mi çatırdama kaçınılmaz olur, görünen ne kadar budansa da kök her daim
alttadır. Bundan dolayı bir medeniyetin kendi köküne dayanmayıp batıdan veya
"kadının teninden" dirilmeye kalkması kendi kıyametini haber verir.
Şaire göre "ateşin dili"
susturulur ama "toprağın dili" susturulamaz.
Şiirlerinde medeniyetin
hüznünü dillendiren Mortaş, bu yüzyıl insanının maddi varlık içinde (gökdelen,
sokak, cadde
) manevi bir yoksulluk yaşadığını dile getiriyor "Dili Sürçen
Serçe" şiirlerinde.
Şairin görevlerinden biridir
çağını sorgulamak. Mortaş"ın; Çamurdan Kuş, Bir Şehir Akıyor Gazze"ye, Lalezar
ve Şirpençe şiirlerinde şehir medeniyetinin bozulmuşluk, kokuşmuşluk içinde
maddeyle yükselişi karşısında bir direniş görüyoruz. Bu direniş aynı zamanda
eyleme de dönüşüyor.
"Yeryüzünün zulmedilmiş
halkları adına / Boynu bükülmüş yetimler adına / Zalimlere göğüs geren yiğitler
adına / Yüreklerinde ağıtlar Anadolu diyarından / Analar bacılar / Güneşte
kavruk kavruk yanmış oğullar / Maraş akıyor Gazze"ye / İstanbul"dan Kudüs"e Diyarbakır"a / Anadolu
doğuyor Filistin"de gövermiş sabah kızıllığına" (s. 64)
İmgelerle yazmak şiirin
durağan olması, konu akışının ve bütünlüğünün olmaması anlamına gelmez. Şiiri
okumada bir merdiven çıkar gibi, bir su akıntısına kapılıp sürüklenir gibi bir
akışın olmasını sağlar. Mortaş"ın bu akışı ve imgeyi birlikte çok güzel sunduğu
Tenimizdeki Deniz ve Şairin Ölümüne Kırağıdır Çalan şiirleridir.
İmgelerin gerçekçi olması
"Kederin papatya üzerinde çalkalanan deniz değil" mısrasında olduğu gibi
yaşanılan hayattan ve çevreden alınmasıyla da bağlantılıdır.
Türk şiiri Anadolu"dan,
taşradan bir daha beslendi. Türk şiiri taşradaki pınarını, kaynağını kurutmazsa
kaybolmaz, daha da beslenerek önü açılır.