Değerli Okurlarım, son günlerde yazılı ve
görsel medyada İlahiyat Fakültelerinde bazı derslerin saatlerinin azaltılması,
bazı derslerin saatlerinin artırılması ve felsefe derslerinin de tamamen
kaldırılması tartışılmaktadır.
Her ne hikmetse her gelen YÖK başkanı ilahiyat
fakültelerinin müfredat programlarıyla oynamayı bir görev bilmekte ve fırsat
bulur bulmaz da tepeden inme emirlerle bu görevini yapmakta. 36 yıllık
üniversite hayatımda ilahiyat fakültelerinin müfredat programları ile
uğraşıldığı kadar başka bir fakültenin müfredat programlarıyla uğraşıldığını
duymadım, görmedim. Bir zihniyet iş
başına geldi, bu fakülteleri geriliğin, değişmezliğin, yeniliğe, akılcılığa
hoşgörü ile bakmayan bağnaz zihniyetlerin yetiştirildiği yer olarak gördü. Bir
başka zihniyet geldi, onlarda "bu fakültelerde akılcı, aklı öne çıkaran
modernist
zihniyetler yetiştiriliyor" diye eleştirdi ve düşünmeye, analize ve
sosyal bilimleri anlamaya yönelik dersleri kaldırmaya kalktı. Her iki eleştiri
de haksızdı. Onlar ya fakültenin ne demek olduğunu bilmiyorlardı ya da art
niyetli insanların yaklaşımlarıyla hareket ediyorlardı.
İlahiyat fakülteleri üniversitenin bir
birimidir. Üniversite demek, en üst düzeyde bilimin yapıldığı, öğretildiği yer
demektir. Aynı zamanda zihinsel duruluğun, berrak fikirlerin yeşerdiği
mekandır. Orada karmaşa, taassup, katılık ve çatışma yaşanmaz, zaten böyle bir
zihinde ve mekânda bilim de üremez. Her türlü etkinin, biçimin, kültürün ve
yanlış bilginin harmanlanabileceği yer olan insan zihnini doğruya, güzele,
gerçek bilgiye, ulaştırmada üniversite etkin rol oynar. Kötü tutkulardan, kötü niyetten,
cahillikten, şehvet pereselikten,
maddecilikten, kişisel ün ve aç gözlülükten, kıskançlıktan, hırstan,
toplumsal bölünmelerden, zihinleri
arındırmak için çaba sarf eder üniversite. Bunun da ancak sevgi ile
olacağını, bilimle olacağını, akılla olacağını,
okumakla olacağını öğretir.
İşte ilahiyat fakülteleri de bu ortamda bugüne
kadar bilim, akıl ve iman çizgisinde
varlığını sürdüre geldi. Bunu yaparken de
hem nakil hem de akıl arayışı içinde hareket etti. Çünkü arayış olmadan
insan zekâsını geliştirmek mümkün değildir. Kaldıki aklî temelleri
araştırmak bizzat Hz. Peygamber
tarafından başlatılmıştır. İlahi vahyin anlaşılması ve kabulünde aklı
kullanmadan gerçeklerin anlaşılamayacağını O, beyan etmiştir. Yine O, gerçeğe
yönelmede, sonuca varmada, fikir alışverişinde, bilgi iletişiminde, düşünceyi
gerçek üzerine oturtmada, insanların sağlıklı, makul, faziletli ve müreffeh bir
hayat yaşamalarını temin etmede gerekli olan bütün konularda akılcı bir
yaklaşımın gereğini ve bunu eğitimin bir parçası saymayı O ideal edindi. İşte bu ideal yolda müslümanlar
gelişme sürecini başlattı. ilahiyat, ahlak ve hukuk görüşleri, bir gelişme
zinciri ve günün şartlarına uygun olarak
sunuldu. Sonuçta sürekli kendini yenileyen bir islam toplumunun temelleri
atıldı. Bu değişim iktidar ile ulemanın zamanın değişimine ve çağın şartlarına
göre geniş görüşlü olmaları sayesinde oldu. Ancak gerileme devrinde bu durumun
kaybolduğunu, düşüncelerin donuklaştığını, içe kapandığını, sertleştiğini,
daraldığını ve bağnazlaştığını görmekteyiz. Osmanlı medreselerinde tarih süreci
içinde görülen durgunluk ve özellikle değişmekte olan şartlara eğitim
kurumlarının adepte olamaması, statükocu düşüncenin varlığını sürdürmesi
sonucunda hür düşünce, özgür irade, kaybolmuş; yeni görüşlere, yeni yorumlara
ve tartışmalara yol açabilecek nitelikteki islam felsefesi yerini, fıkıh
ağırlıklı kurallara bırakmıştı. Çağın verilerini yakalayabilecek, değişimi
gerçekleştirebilecek zihinler ve kafalar yetiştirme yerine geleneksel yapısı
içinde kalan medrese, pratikte alakası olmayan ve proplemleri çözmek için kafa
yormayan içe kapalı, dünyan habersiz bir kurum haline geldi. Felsefe, sosyoloji, mantık, psikoloji gibi
evrensel dersler müfredat programlarından çıkarıldı, düşünceye perde çekildi.
Bunun sonucunda aklı nakille, nakli akılla çatıştırma süreci başladı. Böylece
İslam düşüncesi donuklaştı. Bunun
sonucunda İslam toplumu taassubun etkisi altında sürekli durgunluğu ve
gerginliği yaşadı. Olarak diyebiliriz ki Müslümanlar kendilerini aşarak,
insanlık için, bütün bir dünyanın geleceği için aklını, bilgisini, imanını öne
çıkarmayı temel öğreti olarak görmeli ve buna göre de eğitimini
şekillendirmelidir. Aksi halde selefilerde olduğu gibi imanı şekilden, bilimi
nakilden öteye taşıyamayan zihinler yetişir. o zaman da toplumda taassub,
durgunluk ve sertlik egemen olur.