Parmaklıkların arkasından
bakan gözlerim, karanlığı, aydınlığı ve dahası seni seçemiyor
Her geçen gün biraz daha
uzaklaştın hayatımdan. Bunu bilerek yaptığını biliyorum. Sözde böyle olması
ikimiz içinde en iyisiydi. Yoksa dayanamaz asla ayrılamazdık. Yapboz olsun
istemedin, duygularımız sağlamdı çünkü ve gevşeklik duruşumuza aykırıydı.
Ay düşünce sokaklara gözlerim
özlerdi önce sonra bakışlarım gelişine takılır kalırdı. Ankara"da karlı
temmuzlar yaşanırdı o zamanlar, bozacılar bağırmasa da; "booozaaaa" diye, ben
gözlerimde önce şubat sonrada mart olur doyasıya yağardım gelişine.
Buz keserdim yüz yıllık
küpeştelerin altında. İlk gördüğün an yorgun yuvasına çökmüş gözlerimi,
ellerime uzanırdı ellerin ve "Parmakların yine donmuş derdin" ya da, o gün
küssek hiç yüzüme bakmaz yürür giderdin. Ne garip bir aşktı bizimkisi, kargalar
bile gülerdi. Yetmez sokağın diğer duldasında bekleyen annen; "gııızzz kör
olmayasıca tez tez yürü
" diye bağırıp dururdu her akşam ve o takvim yapraklarında
tükenen temmuzlarımıza kar yağardı. Oysa temmuzdu, heyecandan başka bir şey
değildi avuçlarımın terleyip sana buz kesmesi. Sen, "temmuza yine kar
yağdırdın" diye, kuru, ürkek dudaklarının arasında mırıldanır geçer giderdin.
Dedim ya, oysa temmuza kar falan yağmazdı, sen bana yağardın buz gibi ve ben
buz keserdim yüz yıllık bir küpeştenin altında
Biraz köylü çocuğuyduk herkes
kadar. Ve bütün köylülüğümüze rağmen yaralarımızı iyileştirmek, post modern
akımlara oltalar atmak, dahası popüler kültürden uzak kalmamak adına bütün
yaban duygularımızı evcileştirmeye çalışırdık. Yani bizler çalışkan,
araştırmacı, yazan ve çizen talebelerdik. Komik olsa da zamanın bütün "v"
kayışları, biz "v" kayışlarımızı hiç kopartmadık. Çıktığımız uzun yollarda su
kaynatmadık. Sevgiye defans yapıp balatalarımızı yakmadık. Ne makaslarımız
kırıldı, ne de sağ sol rot kollarımız. Balanssız olsa da el tutuşmalarımız,
nerede duracağımızı, avansımızın ne kadar olacağını, Allah"ın izniyle
geliştirdiğimiz el manuplasyonlarımızda anladık, öğrendik.
Hatırlıyor musun sana ilk
hediyem olan, Özcan ve Bayram sakızlarını? Sonrasında arkana bakmadan kaçışını?
Aslında sana neler neler almak istiyordum ama harçlığım o kadardı sevgili
Daha ilkokul dördüncü
sınıftaydık. Boş derslerimiz olurdu, hani serbest saatler. Öğretmenimiz önce
benden bir şarkı dinlemek isterdi hep. Bende Hakkı Bulut"tan, "İkimiz bir
fidanın güller açan dalıyız" şarkısını söylerdim gözlerinin içine bakarak. Ve
Emel Sayın"ın söylediği, "Mavi boncuk kimdeyse benim gönlüm ondadır" şarkısını
bütün sınıf bağıra çağıra söylerdik. Solfej bize göre değildi. Daha o yıllarda
şan at başı her şeyin önünde giderdi. Böyle durumlarda nedense sen başını öne
eğer, şarkıyı mırıldanmazdın bile ama bebekler kadar masum gözlerinle gözlerime
bakardın. O an ömrümden yıllar birer ikişer akar giderdi. "Öl" desen ölürdüm,
kal desen sonsuza kadar kalırdım. Biliyorsun ben senden hiç kaçmadım
Neden bütün bu güzelliklerden
sonra yıllar çabucak tükendi ki? Neden temmuzlarımıza karlar yağdı ki? Ve neden
sonra ben bütün yaz akşamlarımda bozacıları ağırladım yorgun gözlerimde? Keşke
hep çocuk kalsaydım, keşke hep ilkokul dördüncü sınıfta olsaydım, olsaydın. Ben
yine sana şarkılar söylerdim. Azimle kendimi geliştirir, suni teneffüs
saatlerinde gülebileceğin fıkralar öğrenirdim valla. Fakat zaman yerinde durmuyor
sevgili. Bugün bir varsın bir yoksun. Bilmem ki ben kaçıncı dördüncü
senemdeyim? Kendime bile sorduğum sorularda gökyüzünün tavanı geçiyor başıma ve
bütün kandiller başımın üstünde ama ben karanlıklar içindeyim sevgili.
Annen eskiden saçımı okşar, simit
alırdı. Şimdi büyüdük ya ondan bağırıyor sanırım sevgili. Tonlarca yükün
altında kaldık şimdi ve sen her geçen gün biraz daha uzaklaşıyor, ne Özcan"a,
ne Bayram"a aldırış etmiyor hatta Mabel"e bile bakmıyorsun sevgili. Ama ben o
mis gibi kokan sakızların aromalarında seni arıyorum bilmiyorsun sevgili
Parmaklıkların arkasından
bakan gözlerim, karanlığı, aydınlığı ve dahası seni seçemiyor