Bilindiği üzere dini ve milli
kültürümüzü oluşturan konulardan biri de "tasavvuf kültürü" dür. Tasavvuf, kısaca İslamın ve onun yüce kitabı Kur"an"ın mistik açıdan yorumlanması ve buna göre
yaşanması olayıdır. Bir başka ifadeyle
Tasavvuf , taassup düşüncesine göğüs geren, beşeri zevki ilahi zevk derecesine çıkaran, bu iki zevkin
birleşimini sağlayan bir düşünce, bir ekol. Yani İslamın güler yüzü. İnsan bu
yüzle tanışırsa yani bu yaşam tarzı ile, Hakk`a ulaşma yolunda mesafe alır.
Bunun anlamı Mevlananaın şu sözlerinde yer bulmakttadır. "Gerçek sûfi olmak
istiyorsan Yüce Yaratan gibi ol. Dostun çirkinliklerine tahammül et, hatasından
incinme, insanlardan yüz çevirme. Nitekim rahmeti sonsuz olan Allah kulların
ayıplarından, günahlarından, noksanlarından dolayı onlardan yüz çevirmiyor."
İnsanı sevgide olgunlaştıran,
aşkta yoğunlaştıran ve aşkta felsefi derinlik kazandıran, Anadolu"da hem manevi
iklimimizde hem de edebiyatımızda,
musikimizde her alanda kendini hissettiren Tasavvuf hayatının dış yüzünde göze
çarpan en belirgin özellik ise, san`ata olan bağlılıktır. Cenabı Hakk"ın "mübdi" yani yaratıcı sıfatının tecellisi
olan güzel sanatların her koluyla tasavvuf ilgilidir.
Mesela asırlardır Anadolu`da
devam eden Mevlana, Hacı Bektaşı Veli ve Yunus Emre gibi tasavvuf ehlinin aşk
meclislerinin, ince ve yüksek san`at ilmiğinden geçerek bugünkü ulaşılmaz derecesine erişmesi bunun en açık
delilidir. Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri de bu silsilenin en ucunda olanlardan
biridir. Onun Tasavvufi meclis ve merasimlerinde en yüksek manasıyla zikir,
musiki ve edebiyat, bir gaye olmaktan çok, kişiyi Hakk`a çekmek, Hak için ve
Hak yolunda var olmak için söylenirdi. Zira o, her insanda yaratılışta var olan
estetik duyguları, sevgi ve merhameti ,hatta aşkı dile getirmede en uygun yolun
bu olduğunu biliyordu.Yine O, kişideki beşeri zevki, ilahi zevk derecesine
yükseltmede hem tasavvufun hem de tasavvuf ehlinin yol göstericiliğine
inanıyordu. Onun için de bu vadide en büyük hizmeti Ahmet Yesevi Hazretleri ifa
etmiştir.
Ahmet Yesevi, kendini aşan,
bütün bir dünya için, bütün bir dünyanın
güzel geleceği için kendini feda eden
Hak yolcusudur. O, bir insanda bütün insanlığı kucaklamıştır.
Kulu görsem, kulu olup hizmet eylesem ,
Toprak gibi yol üstünde
yolu olsam ,
Aşıkların yanıp uçuşan külü
olsam ,
Hem dem olup yer altına girdim ben işte (Divan-ı
Hikmet, 27).
Filozof Paliard diyor ki ; "Zenginliğin ve şöhretin
aşıkları vardır, ilmin aşıkları, güzelliğin aşıkları vardır, bir de aşkın
aşıkları vardır.
Tüm Türk dünyasında oluşan
inanç odur ki Hoca Ahmet Yesevi Hazretleri aşkın aşığı yani ilahi aşkla
kutsallık kazanmış Allah dostudur. İşte onun sevgisi ve arzusu:
Muhabbetin bahçesinde bülbül
gibi
O vakit de Allah`ımın
cemalini ,
Mana gözü ile göresim gelir
.(Divan- Hikmet, 50)
Ahmed Yesevi, akıl ve bilimin
öncülüğünde hakikate, gerçeğe ve ebedi değerlere ulaşılacağını savunur. O,
insanları zengin, fakir, ezen, ezilen, mü`min,
kafir gibi sınıflara ayırmıyor. O tüm insanlığı ebedi değerlere, mutlu
bir dünyaya götüren aydınlık yolda sade bir din, temiz bir iman, sevgi dolu bir
gönüle çağırıyor. O`na göre insan olmanın onuru, varlığı Yaratıcı için
sevmelidir. Sırf bu aşkın, yani Yaratıcın rızası için sevmeye katlanmalıdır. Bu
maksatla yola çıkan kimsenin ise öncelikle nefsini terbiye etmesi, ruhunu beden
zevklerinden arındırması gerekir. Bu aşka erenlerin aşka yükseleceklerini yani
kulda en yüksek mertebesini bulan Allah`ta bütünleşme derecesindeki aşka
ereceklerini söyler. O bu aşka girmenin yolunu şu sözleriyle dile getirir:
Nam ve nişan kalmadı... lâ..lâ
(yok)... oldum
Allah zikrini diye diye
illa(var) oldum,
Halis olup muhlis olup
lillah(Allah için) oldum
Fena fillah (Allah"da yok
olma)makamından geçtim ben işte
(elime-i Tevhidin anlamı)