ÖMER BAYDEMİR

Tarih: 17.04.2012 08:42

İslam kardeşliğinin üst mertebesi feragat

Facebook Twitter Linked-in

Aralarında bir akrabalık bulunmadığı halde, aynı dine inanmış kişiler olma özelliğine bağlı olarak uygulamaya konulan İslam kardeşliğinin, başlangıçtan günümüze gelene kadar sosyal hayatta elde ettiği fevkalade üstün başarıyı hiçbir kurum, kuruluş, düşünce ve inanç daha elde edememiştir. İslam kardeşliği sayesinde elde edilen bu sosyal ve toplumsal başarının dünyanın sonunun geldiği ana kadar da devam edeceğine hiç kimsenin itirazı olamayacaktır. Sadece bu eşsiz ve mükemmel başarı bile İslam?ın üstün meziyetler dini olduğunun, Müslüman toplumun ise en ideal toplum olma özelliğini taşıdığının açık bir göstergesidir. Fevkalade başarılı bu sosyal hayatın sırlarını sosyologların irdeleyip evrensel boyutta tüm insanlığa bir şifa reçetesi olarak sunmaları bir vebal niteliğinde boyunlarının borcudur!

Müslümanlar arasında din kardeşliği tesis etmek suretiyle İslam, diğer toplumlardan daha faziletli bir toplum kurmuş (M. Çağırıcı, İslam Ansiklopedisi.24/486) , diğer toplumların hayal bile edemedikleri bir işi ve hatta zoru başarmıştır. Dünya nüfusunu kapsayan sosyal alanda Müslümanların en yüksek seviyede yakalamış oldukları bu dayanışma ve birliktelik performansına sahip olan başka hiçbir dayanışma ve bütünleşme örneği yoktur. Her türlü olumsuzluğa rağmen Müslüman toplumları ayakta tutan güç de işte budur.

Allah?a imandan sonra yapılacak en önemli işlerden biri olarak inananlar arasında kurulan kardeşliğin ilk uygulamacısı olan Resulullah sav?in,  kendisine tabi olan mü?minlere yediğinden yedirmesi, hatta önce onları doyurması, mazlumların ve masumların elinden tutması, içtenlikle her zaman onların yanında ve arkalarında durması, mü?minler arasındaki kardeşliğin inşası açısından atılan en önemli adımları oluşturmuştur. Resulullah?a gönülden bağlanan Müslümanlar da ondaki bu samimiyeti görerek onun davrandığı gibi davranmayı ilke edinmişler,ondan gördüklerini bizzat kendi nefislerinde uygulamışlardır.Bütün bunları dikkate alarak çok net bir şekilde diyebiliriz ki;İslam kardeşliği kavramının oluşumu Mekke döneminin zorlukları içerisinde başlamıştır.

İslam kardeşliği ile Mekke?den tüm dünyaya sanki farklı bir sûr özelliği taşıyan yepyeni bir sosyal yaşam nefesi üflenmiştir. İnsanlığını kaybetmiş bir toplum içerisinden bu kardeşlik bilinci sayesinde yepyeni ve oldukça diri ve medeni bir toplum zuhur etmiştir. Belki de bu topluluk, Allah Teâlâ?nın,?ölüden diri, diriden ölü çıkarması? gücüne   (Âl-i İmran 3/27) önemli bir örnektir. Daha önce birbirine düşman olan, Müslüman olana kadar çalan, çırpan, vurup kıran insanlar, bu oluşum sayesinde dünya hayatının gerçek tadına ermişlerdir. Yeryüzünde erişilebilecek en büyük İlâhî ikram olan İslam kardeşliğinin izzetine ermenin yanında bu oluşumun lezzetini de bütün incelik ve teferruatıyla tatma şerefine daha ilk baştan böylece nail olmuşlardır.

İslam kardeşliği Kur?an?da; ?Allah?ın mü?minler üzerindeki nimeti? (Al-i İmran 3/103) olarak ifade edilmiştir. Dolayısıyla din kardeşliği İslam dinine has, Rabbimizin bir mucizesi, Müslümanlar için büyük bir ikramı ve lütfüdür.

Mekke?de temeli atılıp Medine?de kurumsallaşan İslam kardeşliği anlayışı ile inananlar, mü?min kardeşlerine gelecek herhangi bir zararın önüne geçmek için maldan, mülkten, hatta candan bile vazgeçme yönünde feragat yeteneği kazanmışlar ve böylece medeniyetin zirvesine ulaşmışlardır.

Şekli Kur?an ve hadislerle belirlenmiş olan İslam kardeşliği ilkeleri, Peygamber Efendimiz başta olmak üzere, anlama yetenekleri oldukça gelişmiş mü?minler tarafından bizzat yaşanarak, bir bir hayata nakşedilmiştir.

KARDEŞLİĞİN MERTEBELERİNDEN FERAGAT

İslam kardeşliğinin en son ve en üstün merhalesi feragattir.

Feragat; isteyerek ve bilinçli olarak başkaları namına (D.M.Doğan Büyük Türkçe Sözlük), gönül rızasıyla, kendi hakkından, kadim kurallar karşısında nefsin istek ve arzularından vazgeçmek, kendisinin ihtiyacı olsa bile başkasını kendisine tercih etmek(Haşr 59/9)),risk almak, mahrum olmayı, aç kalmayı göze alarak elindekini seve, seve (İnsan suresi 76/8) din kardeşine ikram edebilme faziletini göstermektir.

Bir başka deyişle feragat; bir zarardan öncelikle din kardeşini korumak (Cürcani),din kardeşine kendilerinden fazla imkân sağlanmasından dolayı içlerinde kıskançlık veya rahatsızlık duymamak (Haşr 59/9) ,bir karşılık ve teşekkür beklemeden (İnsan 76/9) elindekini din kardeşine ikram edebilme erdemini gösterebilmek, onları sevindirerek sevinmektir.

Bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcamak, haklı olduğunda bile öfkesini yenip affedebilmek (Al-i İmran 3/134) ,din kardeşleri için kendi huzur ve rahatını, hatta gerektiğinde hayatını feda edebilmektir.

Malın fazlasından kendisine lazım olmayanı vermek cömertlik, varlığını kardeşlik adına feda etmek ise feragattir.

NİÇİN FERAGAT ÖNEMLİDİR

?O yarattığı her şeyi en güzel yapmıştır.?(Secde 32/7) ,?(O) sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaptı.?(Teğabün 64/3) ayetlerinde her şeyi kusursuz ve güzel yarattığını bildiren Allah, bir taraftan yarattıklarındaki düzen ve güzellikleri hatırlatırken,?Allah?ın sana verdiği şeylerde ahiret yurdunu ara. Dünyadan da nasibini unutma. Allah?ın sana iyilik yaptığı gibi sen de iyilik yap.?(Kasas 28/77) buyurmak suretiyle biz kullarına da yapılan işlerin güzel yapılmasını veya sadece güzel işlerin yapılması gerektiğini hatırlatmaktadır. Dolayısıyla insanlara, sosyal dengeyi kurmanın yolunu göstermekte, huzur ve mutluluğa bu şekilde erişilebileceklerini haber vermektedir. Ayrıca burada Allah?ın, Müslümanların ahlak ve medeniyet seviyelerini yüksek tutmalarını öğütlediğini de görmekteyiz.

Müslümanlar, Allah Teâlâ?nın yarattığı tüm güzelliklerden ve Resulullah?ın yaşantılarından örnekler alarak işlerini en güzel bir şekilde yapmak durumundadırlar. Başka bir deyişle; Müslümanların, Allah?ın lütufkârlığını, sabrını, cömertliğini, ihsanını yani bir anlamıyla hak ettiğinden fazlasıyla ( M.Çağrıcı, İslam Ansiklopedisi 21/545) veya hak etmediği halde ihsanda bulunmasını, cezayı gerektiren davranışlara karşı süre vermesini, affediciliğini ve daha bunlar gibi O?nun sahip olduğu bütün güzellikleri, kendilerine birer davranış modeli olarak kabul etmelerinde, kardeşliğin tesisi açısından yarar vardır.

Allah Teâlâ güzel davranışlar silsilesinden olarak:?Onlar bollukta ve darlıkta Allah yolunda harcayanlar, öfkelerini yenenler, insanları affedenlerdir. Allah, iyilik edenleri sever.? (Al-i İmran 3/134) buyurmak suretiyle inananlara,nasıl davranırlarsa sosyal yaşam süreci içerisinde kardeşliği geliştirip mutlu olabilecekleri yolları göstermiştir.

Bir defasında, Peygamber Efendimizin sevgili torunu Hz. Hasan?ın kölesi, elindeki tabağı düşürerek onun elbisesini kirletmişti. Bu dikkatsizliği sebebiyle ceza göreceğini zanneden köle yukarıdaki ayet-i kerimenin; ?Onlar ki öfkelerini yenerler.? kısmını hemen okuyuverdi.

Hz. Hasan köleye bakarak:?Yendim? dedi.

Bundan sonra köle:?Ve onlar insanları affederler? kısmını okudu.

Hz. Hasan :?Bağışladım? dedi.

Bu gelişmeye çok sevinen köle:?Ve Allah iyilik edenleri sever.? kısmını okuyarak ayeti tamamlayınca Hz. Hasan:?Ben de seni âzad ettim ? dedi ve köleye 400 gümüş akçe vererek onu hürriyetine kavuşturdu.(M.Y. Kandemir Riyazussalihin 3/547)

Öfkeyi yutmak, hataları bağışlamak, kişinin bir bakıma önceden var olan veya sonradan doğan hakkından vazgeçmesi anlamına gelmektedir ki bu tür işler, Allah?ın hoşnut olacağı ve karşılığında mutlak ihsanda bulunacağı davranışlardır. Aynı zamanda bunlar, kardeşlik anlayışını güçlendiren feragat örneklerindendir. Yaşanmış bir örneğini gördüğümüz bu olay, insanlar arasında olması muhtemel ilişkilere de ışık tutmakta ve Allah?ın iradesi ile müminler bir bakıma ayetlerle eğitilmektedirler.

 FERAGATTE BULUNMANIN İMANÎ BOYUTU

İslam dininin en temel esaslarından birisi hiç şüphesiz kardeşliktir.?Mü?minler ancak kardeştirler.? (Hucurat 49/10) ayeti ile Yüce Allah, mü?minler için başka bir seçenek bırakmamış, onların olsa olsa sadece kardeş olacaklarını hükme bağlamıştır. Yani bu mükemmel dayanışmayı bizzat Allah kendisi kurmuştur. Kardeşler arasında bir olumsuzluğun vuku bulması halinde yapılacak işlem ve takip edilecek yöntem de aynı ayetin içerisinde belirtilmiştir. Ayetin devamında:?O halde kardeşlerinizin arasını düzeltin ve Allah?a saygılı olun ki, rahmete nail olasınız.? (Hucurat 49/10) buyurarak Müslümanlar arasında bir anlaşmazlık zuhur etmesi halinde onları Allah?a saygılı olmaya davet eden Allah,arabuluculuk yapma işini de bir görev olarak diğerlerine vermiştir.

Her işte olduğu gibi din kardeşliğinin gereklerini en başta Resulullah sav ve Allah?ın emirlerini yaşamaktan başka hiçbir yolu benimsemeyen onun güzide ashabı en ileri seviyede yerine getirmişlerdir.

Resulullah sav;?Ey Allah?ın kulları, Allah?ın emrettiği şekilde kardeş olunuz!? (Buhari, Edeb 57,Müslim, Birr,28) buyurduğu hadisinde inanan kişilerden, Allah?ın emrettiği şekilde kardeş olmalarını istemiştir.

Allah?ın emrettiği şekilde kardeş olabilmek için nefsin istek ve arzularından vazgeçerek kurallara saygılı olmak yani İlahi emri kendi arzusundan üstün tutmak, yani nefsin meylettiklerinden feragatte bulunmak gerekmektedir. Bu mertebeye erişmek, Allah ve Resulünü her şeyden daha fazla sevmek ve saygılı olmakla mümkündür. Kulun, Allah ve Resulünü sevmesinin ve saygılı olmasının delili ise, nefsanî bütün duygularından feragat edip Allah?ın her şeyin güzelini ve doğrusunu haber verdiğine canı gönülden inanması ve saygıda asla kusur etmemesidir. Bu yapılmadığı zaman, O?na saygıda kusurda bulunulmuş olunacaktır. Bu değerlendirmeye uygunluk noktasından bakıldığında ihtilaflı toplumların olması gereken durumdan uzaklara düştükleri açıkça görülecektir. Hâlbuki Kur?an?da Allah Teâlâ?nın: ?Hepiniz toptan Allah?ın ipine (Kur?an?a) sımsıkı sarılın. Parçalanıp bölünmeyin. Allah?ın size olan nimetini hatırlayın. Hani sizler birbirinize düşmanlar idiniz de O,kalplerinizi birleştirmişti. İşte O?nun bu nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Yine siz bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de O sizi oradan kurtarmıştı. İşte Allah, size ayetlerini böyle apaçık bildiriyor ki doğru yola erişesiniz.? (Âl-i İmran 3/103)  buyurduğu ortadadır. İhtilaf ilahî rahmetten uzaklaşmaktır, kardeşçe yaşamak da ilahî rahmetin himayesine sığınmaktır.

Evs ve Hazrec kabilelerinden oluşan Medine halkı İslam?dan önce sürekli çatışma halindeyken, Müslüman olduktan sonra birbirleriyle uyum içerisinde yaşamaya başlamışlar ve hicret ederek kendilerine gelen Müslümanlara bütün imkânlarını seferber ederek kucak açmışlar, bu yüzden de Ensar adını almışlardı. Bu örnek davranışlarıyla tarihin en müstesna sayfalarında yerini almış olan ensarın bu birlikteliğinden oldukça rahatsız olan Medine?de yaşayan Yahudiler planlar kurmaya başlamışlardı. İçlerinden birisi bir gün, toplu halde bulunan Müslümanların yanına gelerek geçmişte kalan ve unutulan İslam öncesi o husumeti önceden kurguladıkları şekliyle hatırlatarak onları galeyana getirmiş ve kışkırtmıştı. Taraflar başlattıkları tartışmayı tam kavganın eşiğine getirdikleri bir sırada durumdan haberdar edilen Resulullah derhal yetişip araya girmiş böylece bir facianın eşiğinden dönülmüştü. İşte tam da burada Allah Teâlâ, mü?minleri hissi hareket etmemeleri yönünde uyarmış ve aralarında tesis ettiği kardeşlik nimetini hatırlatmıştır. Bilinmelidir ki bu uyarı ve hatırlatma dünya durdukça bütün Müslümanlar için geçerli olacaktır.

Tesis edilen bu kardeşliğin, nefsanî davranışlardan feragat ederek sadece Allah?a itaat etmek suretiyle baki kalacağına aynı ayette işaret edilmekte, hemen sonra da o mertebede kalmanın gerekliliğine atıfta bulunulmaktadır. Daha sonra da; aralarında İslam kardeşliği tesis edilmeden önce bir ateş çukurunun tam kenarında bulundukları benzetmesi yapılarak: ?O,sizi oradan kurtarmıştı? buyrulmak suretiyle bu korkunç durumdan nasıl kurtarıldıkları hatırlatılmaktadır (Fizılal-il Kur?an 2/383). Güçlü toplum olmanın yolu da gelecek nesillere bu şekilde gösterilmiş olmaktadır.

Bu ayet-i kerimede ayrıca, inanan kişilerin nefislerinden gelen isteklere uymaktan ve hissi davranmaktan sakınmak, feragatte bulunmak, dolayısıyla Allah?ın hoşnutluğunu kazanmayı gaye edinmek suretiyle toplumsal belalardan nasıl kurtuldukları veya nasıl kurtulacakları yönünde yöntemler hatırlatmaktadır. Bu hatırlatmalar içerisinde İslam kardeşliği esasına bağlı kalınmasının zorunluluğuna vurgu yapılmaktadır. Üstün nitelikli toplum olmanın ilk şartının nefsî ve hissî hareketten uzaklaşarak Allah?a itaat etmek olduğu belirtilmekte ve örnekleriyle yol ve yöntem gösterilmektedir.

FERAGATİN SEVGİ BOYUTU:

İslam kardeşliğinin en üst mertebesi olan feragat, genellikle mali fedakârlıklar için kullanılan bir ifade olmakla beraber esas itibarıyla; kişinin, sevdiği kimseler için kendi rahatını, huzurunu, hatta hayatını feda etmeyi göze alması demektir. Bu manada feragatte bulunmanın mal cihetinden feragatte bulunmaktan daha faziletli olduğu belirtilmiştir (İslam Anskl.22/490).

İslamî ahlak anlayışına göre sevginin kaynağı, esası ve başlangıcı Allah sevgisi olarak kabul edilmiş ve bilinmiştir. Bundan dolayıdır ki bir Müslümanın, sevdiğini Allah için sevmesi esas alınmış ve sevgi bu anlamda yüceltilmiştir. Aslında Allah için olması sevgiye değer katmıştır. Esasında mü?minler, Allah ve Resulü?nden başkasına meyletmeye yönelik her şeyin sevgisinden feragat etmek suretiyle imanın en üst mertebesine erişmiş olacaklardır.

Bu bağlamda feragatle ilgili tariflerin tamamını kapsayacak şekilde Peygamber Efendimizin hayatından birçok örnekler göstermek mümkündür:

Bir defasında Resul-i Ekrem sav, sahabiden birisi ile beraberken misvak ağacından iki tane misvak yapmıştı. Misvaklardan birisi biraz eğri, diğeri ise düzgün ve daha güzeldi. Resulullah, misvakın düzgün ve daha güzel olanını arkadaşına vermiş, diğerini kendisine bırakmıştı. Arkadaşı:?Bu güzel misvak size yakışır ya Resulullah!? deyince Peygamberimiz:?Bir saat de olsa, bir kimse ile arkadaşlık edene, arkadaşlık hakkına riayet edip etmediği sorulur.? (Gazali, İhya,434,435) buyurmuş ve arkadaşlık hakkının feragatle yani arkadaşını kendine tercih etmekle ödeneceğini anlatmıştı.

Elbette ki Resulullah kendisine yakışanı yapmıştır, ondan bu davranışın dışında bir davranış beklemek zaten mümkün değildir. Ancak düşünülebilir ki; Resulullah düzgün olan misvakı kendisine ayırabilirdi ama yapmamıştır. Zira Müslüman?ca davranmak yani İslam kardeşliği gereğince hareket etmek, onun yaptığını, yani kendisi açısından feragat edip arkadaşına daha iyisini ve güzelini vermeyi gerektirmektedir.

Zaten her davranışı ile örnek olan Peygamberimiz için Allah Teâlâ Kur?an?da:?Şüphesiz ki sen yüce bir ahlak üzersin.?(Kalem 68/4) buyurmak suretiyle mü?minlerin onun ahlakı ile ahlaklanmalarının önemine  bir bakıma işarette bulunmuştur. ?Andolsun ki, Allah?ın Resulünde; Allah?a ve ahret gününe kavuşmayı uman, Allah?ı çok zikreden kimseler için güzel bir örnek vardır.? (Ahzab 33/21) buyurmak suretiyle Cenab-ı Allah bir önemli ve hayati hususa işarette bulunmaktadır. Onun her davranışı Müslümanlar için örnek alınması gereken davranışlardır. O, numune insandır, Allah?ın hoşnut olduğu peygamberdir. O, hem herkesin güç yetirebileceği davranışları, hem de zirve davranışları göstermiştir. Herkes gücünün yettiği kadarını yapmayı ondan öğrenmiş, zirvede olmak isteyenler de yine onun yoluna tabi olmuşlardır.

Sehl ra anlatıyor:?Bir gün, bir kadın elinde kenarları işlemelerle dokunmuş bir bürde ile gelerek:?Ya Resulallah! Bu bürdeyi giyesin diye kendi elimle dokudum.? dedi. Allah Resulü?nün böyle bir bürdeye ihtiyacı da vardı, onu aldı sonra da giyinerek yanımıza çıktı.

Bunu gören falanca, Hz. Peygambere:?Ya Resulallah! Bu ne kadar güzelmiş! Bunu bana ver de ben giyineyim? dedi. Resul-i Ekrem:?Peki? dedi. Orada biraz oturduktan sonra evine gitti, bürdeyi katlayıp o adama gönderdi.

Ashab-ı kiram o sahabiye:?Hiç iyi yapmadın: Resulullah?ın öyle bir kumaşa ihtiyacı vardı. Sonra sen, Resulullah?tan bir şey istendiğinde ret etmediğini bildiğin halde bunu istedin.? diyerek o kişiyi kınadılar. O da:?Vallahi ben onu giyinmek için değil öldüğümde kefenim olsun diye istedim.? dedi ? (Buhari, Tecrid-i Sarih Ter.4/357)

Bu örneklerde görüldüğü gibi Resulullah sav vahiy medeniyetinin dünyada zirve yapmasına hem öncülük etmişler, hem de örneklerini bizzat yaşayarak vermişlerdir.

GERÇEK İYİLİĞE ERİŞMENİN YOLU FERAGATTEN GEÇER:

?Kadınlar, oğullar, yığın, yığın biriktirilmiş altın ve gümüş, güzel cins atlar, sağmal hayvanlar ve ekinler gibi nefsin hoşuna giden şeyler insanlara cazip gelmektedir. İşte bunlar dünya hayatının geçici birer menfaatlerindendir. Asıl varılacak güzel yer ise, Allah?ın katındadır. (Al-i İmran 3/14) ayet-i kerimesinde insanoğlunun ilgi duyduğu ve meyledeceği canlı cansız mallardan söz edilmektedir. Ancak ayetin sonunda asıl güzelliğin Allah katında olduğu haber verilmek suretiyle insanoğlu uyarılmaktadır. Ayette, insana güzel görünen her ne varsa bunların hepsinin geçici olduğu, gerçek iyiliğin ve güzelliğin ise Allah katında olduğu bildirilmektedir. Dünyadakilerin değerinin çok sınırlı kaldığına, asıl imrenilmesi ve arzulanması gerekenin Allah katında üstün bir mevki elde etmek olduğuna dikkatler çekilmektedir (Kur?an Yolu 1/374) . Yani insanın, bu dünyada görkemli ve güzel olarak gördüklerinin daha ilerisinde kendisinin göremediği ve bilmediği ancak Allah?ın vaadi olan güzelliklere ulaşabilmek için sadece Allah katında olana talip olunması gerektiği bildirilmektedir. Bu da, güzel ve çekici görünseler dahi dünyaya ait her ne varsa hepsinin gelip geçici olduğu gerçeğidir. Gelip geçici olanlardan feragat edip gerçekte olanları kazanmayı çalışmak mü?minler tarafından esas alınmalıdır. Bir Müslüman?a yakışacak olan da budur.

Ayet-i kerimenin devamında ise Allah katında olanlar ve o nimetlere kimlerin nasıl ulaşacakları haber verilerek:

?De ki: Size bunlardan daha iyisini bildireyim mi? Takva sahipleri için rableri katında, altlarından ırmaklar akan ebediyen kalacakları cennetler, tertemiz eşler ve (hepsinden önemlisi) Allah?ın hoşnutluğu vardır. Allah kullarını tam manasıyla görmektedir.

(Bu nimetler),?Ey Rabbimiz! Biz gerçekten iman ettik, günahlarımızı bağışla, bizi ateş azabından koru? diyenler, sabredenler, doğruluktan şaşmayanlar, huzurda boyun bükenler, hayır yolunda harcama yapanlar ve seher vakitlerinde ( gönülden Allah?a bağlı olanlar) Allah?tan bağışlanma dileyenler (içindir).? (Al-i İmran 15,16,17) buyrulmaktadır.

Allah katında olana ulaşmanın yol ve yordamı da yine Allah Teâlâ tarafından haber verilerek:

?Sevdiğiniz ( Kendiniz için özenle ayırdığınız) şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek iyiliğe erişemezsiniz ve her ne harcarsanız kuşkusuz Allah ondan tamamıyla haberdardır.? (Al-i İmran 3/92) buyrulmaktadır.

Bu ayet-i kerimede iki husus dikkat çekmektedir; birincisi; kişilerin, zahiri olana yani iyiliğin üst mertebesine erişebilmeleri için sahip oldukları arasında bulunan en çok sevdikleri mallardan Allah yolunda harcamak suretiyle gerçek iyiliğe erişebilecekleri beyanıdır. İkincisi ise sevgilerin en yüksek seviyesi ve muteberi olan Allah sevgisinin gönüllerde yerleşebilmesi için orada Allah sevgisinden başka dünyalık hiçbir şeyin sevgisine yer bırakmamak üzere bütün sevgilerden vaz geçerek, feragatte bulunarak o yüce sevgiye yani Allah sevgisine ulaşılacağının işaretidir.

İnanmak suretiyle inanmayanlara karşı Allah katında üstün bir sıfat kazanan Müslüman, elde ettiği bu makamı korumak, en üst seviyeye çıkarmak için de gayret etmek durumunda olmalıdır ki; gerçek iyiliğe erişmiş olabilsin. Kur?an-ı Kerim?de ? birr? olarak ifade edilen gerçek iyiliğe yani Allah?ın rızasına, cennetine, lütuf ve inayetine nail olabilmenin şartlarından biri de kişinin sahip olduğu ve sevip bağlandığı nimetleri Allah yoluna kullanmasıdır. Kişi ancak bu takdirde gerçek iyiliğe, yani erdemliliğe, ihsan ve sevaba erer (Kur?an Yolu 1/466) .Bir başka ifadeyle iyiliklerin sonucu ve mükâfatı olan cennete girmeye bu şekilde hak kazanır.

Bir kısım âlimlerce, yalnız başına iman, gerçek iyiliğe, tam ve kâmil hayra ermek için yeterli görülmemiştir (Kur?an Yolu 1/466,Elmalı 2/399) . İman ve ilimden sonra amelde bulunmak ve özellikle de Allah yolunda sarf etmek, harcamak da gereklidir. Bu harcama kişi için ne kadar sevimli ve kıymetli olanlardan yapılırsa Allah katında da o kadar değerli olacaktır. Dolayısıyla asıl iyiliğe, yüksek hayra ulaşmak, sevilen şeylerden harcamaya bağlıdır. Bu sebeple ?iman dinin başlangıcı, iyilik (birr) de gayesi? olarak nitelendirilmiştir (Elmalı 2/399).

İslam inanç ve amelleri cihetinden bu iş burada da kalmamıştır. Bu bağlamda Resulullah sav?ın, bunu bir merhale daha ileri boyuta taşıdığını görmekteyiz ki Resulullah sav:?Sadaka vermek her Müslüman üzerine vaciptir.? buyurunca mecliste hazır bulunanlar:?Ya Resulullah! Ya sadaka verecek bir şey bulamazlarsa?? diye sormuşlardı. Bunun üzerine Peygamber Efendimiz:?Çalışsın, elinin emeği ile kazandığını hem kendisi harcasın, hem de sadaka versin.? buyurdu. Ashab:?Çalışmaya gücü yoksa?? diye sorduklarında Peygamberimiz:?Yardıma muhtaç olan mazluma yardım edip himaye etsin.? buyurdu.?Böyle bir yardımda bulunmaya da gücü yetmezse?? diye sorulduğunda ise Resulullah:?Hayır ve iyilikle muamele edilmesini öğütlesin.? buyurdu.?Bunu da yapmaya kudreti yoksa?? dediklerinde de:?Şerden ve musibetten kendisini korusun. Bu da onun için bir sadakadır.? (Tecrid-i Sarih Terc.12/133) buyurdu.

Bu hadis-i şerifin seyrinde görmekteyiz ki; hiçbir Müslüman bulunduğu yerde oturup kalmayacak, iyilikte bulunmak için yollar arayacak ve mutlaka iyiye ve güzele bir şekilde ulaşmanın yolunu bulacaktır. Ancak bu anlayış ve gayretle dünya huzur ve sükûnete kavuşacak ve iyiliklerle yani bir anlamda İslam?la tanışacaktır.

İslam?la henüz tanışma fırsatı bulamayanları İslam?la tanıştırmak ve buluşturmak da Müslümanların birinci sıradaki görevleri arasında bulunmaktadır. Bu konuda da Müslümanlar feragat sahibi olmak durumundadırlar, yani her zaman hem güzel yaşamak hem de güzelliklerin yaşanmasına aracı olmak, gayret ve çaba sarf etmek bütün Müslümanlar için birer sorumluluk olarak karşılarında durmaktadır. Aslında böyle bir eylemi gerçekleştirmek, bir Müslüman için hayatının en büyük fırsatıdır. Bu iş aynı zamanda en büyük bir paye ve onurdur. Dünyadaki makam ve mevkileri ne olursa olsun, hangi unvanla anılırlarsa anılsınlar, kişiler için hiç şüphesiz önemli olan Allah?ın değerlendirmesidir. Hâlâ bunun farkında olmayanlar için işin asıl başlangıç noktası da burası olmalıdır.

FERAGATİN İLERİ BOYUTU:

Her işte olduğu gibi feragatin de bir uç noktası vardır ki, bu da takatin son merhalesinde bulunanı yani kişi için daha başkası olmayan imkânı kullanmaktır.

Her zaman ve her fırsatta yapılacakların en zirvesinde bulanını yapmak, üzerine düşeni yapmada hiç tereddüt göstermeden gereğini ifa etmek ve her zaman birinci sırada olmak şerefine sahip olan ashab-ı kirama nasip olmuştur. Böyle olmakla beraber bu kapı her zaman açıktır. Ancak feragatte bulunmanın en ileri boyutunda tezahür etmiş farklı bir davranış da yine ashab-ı kiramdan zuhur etmiştir ki; bugüne kadar bu davranışın henüz bir tekrarı herhalde yaşanmamıştır.

Aralarındaki anlaşmaya bağlı kalmayıp Resulullah?ı öldürmeyi planlayan Yahudi topluluğundan Nadir Oğullarının kurguları ortaya çıkınca antlaşma gereği Medine?den çıkarılmışlardır. Bunlar, taşınabilir mallarından götürebildikleri kadarını alarak Medine?yi terk etmişlerdi. Nadir oğullarından geriye kalan ganimet mallarının paylaştırılması sırasında yaşanan duygusal an, feragat konusunun en ilginç örneklerinden birini teşkil etmektedir.

Mekke?den hicret ederek Medine?ye gelen Müslümanlar bütün mallarını, mülklerini geldikleri yerde bırakmışlardı, yani dünyalık her şeylerinden vaz geçerek Müslümanca yaşamayı tercih etmişlerdi. Peygamber Efendimiz, hicret ederek Medine?ye gelenlerden her birini Medine?nin yerlisinden bir Müslümanlarla kardeş yapmış, onlar da hicret edenlerle her şeylerini paylaşmışlardı. Medine?yi terk etmek zorunda kalan Yahudilerden geriye kalan ganimet mallarının taksimi hususunda Peygamber Efendimiz Ensar?a yani Medine?nin yerlisi Müslümanlara bir teklifte bulundu. Onlara, diledikleri takdirde, hicret ederek Medine?ye gelenlere verdikleri veya onlarla ortaklaşa kullandıkları malları iade etmek üzere geriye kalan ganimet mallarını sadece muhacirler arasında,  diledikleri takdirde ise verilen mallardan onlar yaralanmaya devam etmek üzere ganimet mallarını Muhacirler ile kendileri arasında taksim etmek istediğini söyledi.

Peygamber Efendimiz bu gelişmeyi değerlendirerek Ensar üzerindeki bu yükü kaldırmak ve hicret ederek Medine?ye gelenlerin de rahat bir yaşama kavuşmalarını sağlamak istiyordu.

Resulullah?ın bu teklifi karşısında Ensardan Sa?d b. Ubade ile Sa?d b.Muaz;

?Hayır, ya Resulallah! Muhacir kardeşlerimiz şimdiye kadar olduğu gibi bundan sonra da bizim evlerimizde oturmaya, bizim mallarımızdan yararlanmaya devam etmeleri şartı ile Nadir Oğullarının mallarını sadece Muhacir kardeşlerimiz arasında bölüştürmenizi teklifiniz olarak kabul ediyoruz.? dediklerinde hazır bulunan bütün Ensar topluluğu hep bir ağızdan:?Razıyız ve boyun eğiyoruz ya Resulullah!? (İslam Tarihi M.A. Köksal 4/95,Elmalı Tefsiri 7/503) dediler. Bunun üzerine: 

?Onlardan (muhacirlerden) önce o yurda (Medine?ye) yerleşmiş ve imanı da gönüllerine yerleştirmiş olanlar, hicret edenleri severler. Onlara verilenlerden dolayı içlerinde bir rahatsızlık duymazlar. Kendileri son derece ihtiyaç içinde bulunsalar bile onları kendilerine tercih ederler. Kim (mala karşı) nefsinin hırs ve cimriliğinden korunursa, işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. Onlardan sonra gelenler ise:?Ey Rabbimiz! Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma! Ey Rabbimiz! Şüphesiz sen çok esirgeyicisin, çok merhametlisin!? derler.? (Haşr 59/9,10)  ayetleri nazil oldu.

 Bu ayetlerde açıkça görüldüğü gibi mü?min kardeşleri lehine feragatte bulunan mü?minler, Allah tarafından hem övülmekte hem de sonradan gelecek mü?minlerin bu yolda yürümeleri Allah tarafından teşvik edilmektedir.

Ayrıca ;?Bizi ve bizden önce iman etmiş kardeşlerimizi bağışla. Kalplerimizde, iman edenlere karşı hiçbir kin tutturma!? yakarışında bulunanların bu duaları, bütün mü?minlere bir feragat örneği olarak gösterilmektedir. Ayet-i kerimenin bu kısmında görüldüğü gibi her ne şartta ve durumda olursa olsun Müslümanlar diğer Müslüman kardeşlerine karşı, haklı olsalar bile, kalplerinden de olsa kin tutmama yönünde adeta uyarılmakta, haklı olsalar bile feragatte bulunmaya yönlendirilmektedirler.

Burada bir şey daha çok dikkat çekmektedir ki: kişiler hangi şart ve durumda olurlarsa olsunlar, yaşanan olaylardan dolayı eğer birbirlerine kin tutacak olurlarsa, onların toplum olma güçleri kesinlikle olmayacaktır. İşte Yüce Allah, bu tür olumsuzlukların tamamen önünü kapatmakta ve müminleri yanlışa sürükleyecek bütün yolların adeta önünü kesmektedir. Burada da Yüce Rabbimizin: ?Hep birlikte Allah?ın ipine (Kur?an?a) sarılın. Parçalanıp bölünmeyin.? (Al-i İmran 3/103) ayeti yanında:?Allah?a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz gücününüz ve devletiniz elden gider. Sabırlı olun. Çünkü Allah sabredenlerle beraberdir. (Enfal 8/46) ayetini de hatırlamakta elbette fayda vardır. İşte yeryüzünde güçlü toplum olmanın, yanlışa meydan vermemenin, inandığı halde başkaları karşısında zayıf kalmamanın yolları da bu şekilde haber verilmektedir.

Burada, başarılı ve güçlü bir toplum olmak için nefisten feragat edip Allah?ın rızasını esas almak gerektiğini, örnek bir medeniyetin ancak böyle kurulabileceğini ve başarının böylesi toplumlara nasip olacağını açık bir şekilde görmekteyiz.

Bir de feragatin hangi şartlarda yapıldığı, yapılan işin değeri açısından da önemlidir.?Kıtlıkta verilen peksimet unutulmaz!?sözünün kaynağı herhalde buradan gelmektedir. Karşıdakinin tam da ihtiyaç içerisinde olduğu zamanla, verenin yani feragatte bulunanın ihtiyaç içerisinde bulunduğu zamanın kesişmesi sırasında yapılan iyilik ve ihsan, gerçek feragati ortaya koymakta, işin kalitesini ve değerini artırmaktadır.

Ebu Zer ra:?Ya Resulallah! Ecir ve sevabı cihetiyle hangi sadaka daha büyüktür?(ki, ben onu vereyim) diye sormuştu. Resul-i Ekrem:

(Sevabı büyük sadaka) senin sahîh, son derece bahîl olduğun halde verdiğin sadakadır. Can boğaza gelip, bu malım filan içindir, şu malım da falan içindir, diyene ve bu (sülüsten fazlası) da veresenin olana kadar (mal mirasçıya kalana kadar) (sadakanı) tehir etme!? buyurdu.(Buhari, Zekât 700-Tecrid- Sarih 5/161)

Bu hadis-i şerifte görünen odur ki; yapılacak her iyilik ve Allah adına yapılacak harcamanın zamanlama ve iç dünya ile yakın alakası vardır. Mü?min, nefse hükmetmesini bilmelidir. Bu, kulluk anlayışının ileri boyutu, hatta üst seviyesidir. Allah için yapılacak her bir iş ve amelde, atılacak her adımda irade hâkimiyeti ve bilinç çok önemlidir. Allah?ın rızası kesin söz konusu olduğunda asla tereddüt edilmemelidir. Tabir yerinde ise; yapılanlar veya yapılacaklar göz kırpılmadan, gerektiği anda yapılmalıdır.

İSLAM KARDEŞLİĞİNDE CÖMERTLİK:

İslam kardeşliğinde önemli bir yere sahip olan cömertlik daima övülmüş, bunun zıddı olan bahillik yani cimrilik ise yerilmiştir. Her durumda teşvik edilen cömertliğin de dereceleri vardır.

CÖMERTLİĞİN İLERİ BOYUTU ÎSÂR (FERAGAT)

Cömertliğin sehâ, cûd ve îsâr olmak üzere üç derecesi bulunduğu kaynaklarda belirtilmiştir. Buna göre; bir kimsenin elindeki imkânlarının en çok yarısını başkasına ikram etmesine sehâ (sehavet),çoğunu vermesine cûd, imkânlarının tamamını başkaları için kullanmasına da îsâr denilmiştir (İslam Ansiklopedisi 22/490 Îsâr, M.Çağrıcı) . Bu tarife uymakla beraber biraz değişik ifadelerle konuyu anlatan Gazali:?Cömertlik, karşılık beklemeden vermek, düşünmeden istekleri yerine getirmektir. Bazılarına göre cömertlik, istemeden vermek ve verdiğini azımsamaktır. Diğer bazılarına göre ise; mal Allah?ın, kul Allah?ın, diyerek fakirliği düşünmeden, Allah için Allah?ın kuluna veren kişi cömerttir. Diğer bir kısmına göre de; servetin bir kısmını verip bir kısmını saklayan cömert, çoğunu verip azını saklayan cûd, kendisi ihtiyaç içindeyken başkasını tercih eden de îsâr sahibidir. Fazladan hiçbir şey vermeyen de cimridir.?  şeklinde tariflerde bulunmuşlardır  (Gazali İhya 3/573?574) .Ayrıca sehâvet; dost ve ahbaba iyilik ve ikramda bulunmaktır (İhya 3/548)  denilmiştir.

?Cimriliğin ve cömertliğin dereceleri vardır.? diyen Gazali, kendisi muhtaç olduğu halde kendi ihtiyacına bile sarf etmeme derekesine kadar düşen cimri kişiyi eleştirmiş,?Cömertlik, kendisi muhtaç olduğu halde başkalarını tercih etme fazilet ve erdemliliği? diyerek cömertliğin her türlü övgüye layık olduğunu vurgulamıştır. Cömertliğin en üst derecesinin ise îsâr olduğunu belirterek; ? îsâr?ı? yani feragati ?kendisi muhtaç olduğu halde başkasını tercih etmek? şeklinde tarif etmiştir (İhya 3/569) .

?Cömertlik ilahi bir haslettir.? diyen Gazali, feragatin (îsâr), cömertliğin en üst mertebesi olduğuna dikkatleri çekmiştir (İhya 3/570) .

?şüphesiz sen büyük ahlak üzeresin.? (Kalem 68/4) buyuran Allah Teâlâ?nın Peygamber Efendimize azim unvanı verdiğini de ifade eden Gazali, Hz. Musa?nın Peygamber Efendimizin cennetteki derecelerini görmek istediğini, buna bağlı olarak Resulullah?ı o dereceye yükselten ahlâkın ne olduğunu sorduğunu, Allah Teâlâ?nın da bu soruya:? Başkasının ihtiyacını kendi ihtiyacına tercih etmesidir. Bu ahlak ile bana kim gelirse ben onu hesaba çekmekten hayâ eder ve onu cennetin istediği yerinde iskân erdim.? buyurduğunu naklederek feragatin aynı zamanda Resulullah?ın ahlâkının bir unsuru olduğunu belirtmiştir  (İhya 3/570?571) .

?Merhamet etmeyen kimseye merhamet olunmaz .? (Tecrid-i sarih Terc.12/129) hadis-i şerifi de Peygamberimizin, Müslümanları feragatte bulunmaya teşvik eden sözlerinden biridir. İslam inancında feragatin çok önemli bir yere sahip olduğunu bu hadis-i şeriften de anlamamız mümkündür. Buradan anladığımıza göre Allah?ın merhametini arzu edeni, ona talip olanı, bağışlanmak ve kurtulmak isteyeni Allah Teâlâ peygamberi lisanı ile doğru ve güzel olanları yapmak suretiyle arzuladıklarına ulaşmaya teşvik etmektedir.

CANI PAHASINA FERAGAT

İslam kardeşliği çerçevesinde en yüksek mevkilerden biri olan feragatin de mertebeleri vardır. Bu üstün makama mal ve mülkün Allah yolunda tereddütsüz sarf edilmesiyle erişilebileceği gibi gerektiğinde bedenen, gerektiğinde de hem mal ve bedenen yani iki cihetten de fedakârlıkta bulunmak suretiyle erişmek mümkündür.

?Ey iman edenler! Sizi elem dolu bir azaptan kurtaracak bir ticaret göstereyim mi size?

Allah?a ve peygamberine inanır, mallarınızla, canlarınızla Allah yolunda cihat edersiniz. Eğer bilirseniz, bu sizin için çok hayırlıdır.? (Saff suresi 61/10?11)

?Ey iman edenler Allah?ın yardımcıları olun. Nasıl ki Meryem oğlu İsa da havarilere,?Allah?a giden yolda benim yardımcılarım kimdir?? demişti. Havariler de ?Biz Allah?ın yardımcılarıyız? demişlerdi.? (Saff 61/14) buyrulan ayetlerde önce müminlerin Allah katında derecelerinin yükselmesi için yapmaları gerekenlerden söz edilmekte, sonra da İsa as?ın havarilerinin ?Biz Allah?ın yardımcılarıyız!? dedikleri nakledilerek, Allah katında kazanılacak üstün makam için takip edilmesi gereken yöntemlere insanların dikkatleri çekilmektedir.

?Ey iman edenler! Eğer siz Allah?a yardım ederseniz (emrini tutar, dinini uygularsanız),O da size yardım eder ve ayaklarınızı sağlam bastırır.? (Muhammed 47/7) buyrulan ayette de ilahi bir sünnete ( Kur?an Yolu 5/49) ışık tutulmaktadır. Allah ?ın hiçbir şekilde yardıma ihtiyacı bulunmadığı kesin olduğuna göre, ?Allah?a yardım etmek? demek, mecazi olarak ?O?nun dinine, peygamberine ? yardım etmek demektir. Allah, dünya hayatını imtihan için takdir buyurduğundan kulun yardımını da kendisine düşeni yerine getirmiş olmasına, sözlü dua yanında fiili olarak dininin bihakkın yaşanmasına bağlamıştır. Bilinmeli ki iltifat marifete tabidir. Kul, iyiliğe doğru bir adım atarsa Allah ödül ve yardım olarak ona binlerce adım atacaktır (Kur?an Yolu) .Ebu Zer ra?den rivayet edildiğine göre bu hususla ilgili olarak Peygamberimiz sav, Allah Teâlâ?nın :?Kim bana bir karış yaklaşırsa ben ona bir arşın yaklaşırım, kim bana bir arşın yaklaşırsa ben ona bir kulaç yaklaşırım. Kim bana yürüyerek gelirse ben ona koşarak gelirim.? (Müslim, zikir-Riyazüssalihin 3/79) buyurduğunu haber vermiştir.

Kendisine yakınlaşmanın yollarını bizlere bildiren Allah, kulunu kendisinden uzaklaştıracak tehlikeli davranışlara karşı da bizleri uyarmıştır.

Yüce Allah?ın:?De ki:?Eğer babalarınız, oğullarınız, kardeşleriniz, eşleriniz, aşiretiniz, kazandığınız mallar, kesada uğramasından korktuğunuz bir ticaret ve beğendiğiniz meskenler size Allah?tan, peygamberinden ve O?nun yolunda cihattan daha sevgili ise, artık Allah?ın emri gelinceye kadar bekleyin!??? (Tevbe 9/24) buyurduğu bu ayetinden anlaşıldığına göre; bir mümin için hiçbir dünyevi amaç Allah ve Resulünden ve Allah yolunda cihaddan daha önemli, daha değerli ve cazip değildir (Kur?an Yolu 2/742) .

İslam düşüncesine göre hakiki sevgi Allah sevgisidir (Gazali, İhya) ,kişinin kurtuluşu da bir bakıma buna bağlıdır.?Kıyamet ne zaman kopacaktır?? diye soran bedeviye Resulullah sav:?Kıyamet için ne hazırladın?? diye sormuş, o da ?Öyle fazladan namaz kılmış, oruç tutmuş değilim, ancak Allah ve Resulünü severim.? diye cevap vermiştir. Bunun üzerine Resulullah as: ?Kişi sevdiği ile beraberdir.? (Buhari, edeb-Riyazüssalihin 2/562) buyurmuştur. Burada zikredilen ayet ve hadislerde görülmektedir ki; sevginin esası Allah sevgisidir;?Yaratılanı severiz Yaratandan ötürü? ifadesi bu sevginin içeriğini izah etmeye yetecektir.

Allah sevgisi, Allah?ı her şeyden fazla sevmek ve sevdiğini sadece Allah için sevmekle kemale erecektir. Her kim bu sevginin sırrına ermişse o sevginin bedelini ödemeyi de göze almış olmalıdır. Uhud Gazvesi?nde İslam ordusunun başına gelen durumun hemen akabinde bir kısım mü?minler, peygamber Efendimizi korumak üzere kendilerini adeta bir kalkan gibi ona siper etmişlerdir. Hatta yaralanmışlardır (Buhari, Cihad,80) .Bu olay, sahabinin gösterdiği örnek davranışlardan sadece bir tanesidir.

Müşrikler Resulullah sav?ı öldürmeyi planladıklarında Allah bu planı Cebrail vasıtasıyla Peygamber Efendimize bildirmişti. Mutat olarak her gün, ya sabah veya akşam vakitlerinde ziyarette bulunan Resulullah sav, hicret etmesine müsaade edildiği gün her zamankinden farklı bir zamanda, öğle sıcağında Hz. Ebubekir?in evine uğradı ve: ?Yüce Allah bana Mekke?den çıkmaya ve Medine?ye hicret etmeye izin verdi.? dedi. Yoldaşlık olup olmadığını soran Hz. Ebubekir?e Peygamberimiz:?Yoldaşlık var.? cevabı verdiğinde Hz. Ebubekir sevincinden ağlamıştır. Hz.Aişe bu olayla ilgili olarak o ana kadar bir kişinin sevinçten ağladığını hiç görmediğini söylemiştir (İslam Tarihi M.Asım Köksal Mekke Devri/353?354) .Olabilecek her türlü saldırı ve tehlikeye karşılık Resulullah?ın yanında bulunmayı tercih eden Hz. Ebubekir?in bu davranışı da her türlü takdiri hak eden bir durumdur.

Resul-i Ekrem, gece vakti düşmanları tarafından evi sarıldığında Hz. Ali?yi yatağına yatırarak evinden çıkmıştı. Hz. Ali hiç çekinmeden,işin içerisinde ölüm de olsa bunu göze alarak Resulullah?ın yatağına girdi (İslam Tarihi M.A K.,İhya,İslam peygamberi M.Hamidullah 1/163) .Bunun üzerine,Allah Teâlâ Cebrail ile Mikail?e:?Ben sizi kardeş ettim, birinizin ömrünü de diğerinden uzun yapacağım, hanginiz diğerini (nefsine) tercih eder?? buyurdu. Hiç biri öbürünü tercih etmedi. Her ikisi de kendisinin yaşamasını istedi. Bunun üzerine Allah Teâlâ onlara şöyle vahyetti:?Ali gibi olamadınız. Onları da kardeş ettim. Ali çekinmeden nefsini feda ederek onun yatağına yattı ve peygamberi kendine tercih etti: Hemen yere inip onu koruyunuz.? buyurdu. Cebrail başucunda, Mikail de ayakucunda durdu ve Cebrail Hz. Ali?ye;?Yat, yat. Var mı senin gibisi, Allah Teâlâ seninle meleklerine övünüyor.?dedi. Bunun üzerine (Gazali İhya 3/571_572) Allah Teâlâ:?İnsanlardan öylesi de vardır ki, Allah?ın rızasını kazanmak için kendini feda eder.? (Bakara 2/207) buyurdu. Bu ayetin nüzulü ile ilgili üç rivayet bulunmaktadır ki; bu rivayetlerden birisi, bu ayetin Hz. Ali hakkında nazil olduğudur  (Elmalı 2/65?66) .

Cömertliğin uç noktası nasıl ki feragatse, sevdiği uğruna canını ortaya koymak da feragatin dolayısıyla İslam kardeşliğinin uç noktasıdır. Sevginin asıl kaynağı Allah olduğuna ve dolayısıyla da Resulullah olduğuna göre, bu sevginin karşılığı olarak, gerektiğinde hiç tereddüt etmeden canını ortaya koyanların Allah katındaki değeri de elbette ki yüksek olacak ve ilahi iltifata mazhar olmaya hak kazanacaktır. Bunu,?İman edip hicret eden ve Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla cihad eden kimselerin mertebeleri, Allah katında daha üstündür. İşte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir.? (Tevbe 9/20) ayetinden, bunun karşılığını Allah Teâlâ?nın ne şekilde vereceğini ise:?Rableri onlara, kendi katından bir rahmet, bir hoşnutluk ve kendilerine içinde tükenmez nimetler bulunan cennetler müjdelemektedir.? (Tevbe 9/21) ayetinden anlamaktayız. Allah?ın vaadi böyle açık ve cömertçedir, kula düşen sadece yapması gerekeni yapmaktır.

Rivayete göre âbide kadınlardan biri Hayyan b.Hilal?in bulunduğu meclise uğradı. Kadın:?İçinizde suallerimi cevaplandıracak kimse var mı?? diye sordu. Orada bulunanlar:?İstediğinizi sorunuz.? diyerek Hilal?i gösterdiklerinde kadın:?Size göre sehâvet nedir ?? diye sordu. Adam:?İta (vermektir ) ,fazla vermektir ve îsâr, yani başkalarını kendine tercihtir.? dedi. Kadın:?Bu anlattığınız dünyalıktaki sehadır, ben size dindeki sehadan soruyorum, o nedir?? deyince adam:?Gönül arzusu ile Allah Teâlâ?ya ibadet etmektir.? dedi. Kadın:?Bu ibadetinizde Allah?tan bir şey ister, bir mükâfat bekler misiniz?? diye sorunca bu sefer adam:?Tabii bekleriz.? dedi. Kadın:?Neden mükâfat bekliyorsunuz?? dedi. Adam:?Allah Teâlâ en azından bire on bize vaat etti de ondan.? dedi. Kadın:?Acayip şey, bire on karşılık beklerken hala kendinizi sahîlerden mi sanıyorsunuz?? dedi. Bu sefer adam:?Ya sana göre sehâ nedir?? diye sorunca kadın:?İbadetten zevk alarak, hiç bir karşılık beklemeden Allah?a kulluk etmektir. Allah ne istese onu yapar, Allah Teâlâ?nın sizin içinizden geçen bire on karşılığında ibadet ettiğinizi bilmesinden utanmaz mısınız??dedi (Gazali İhya 3/576) .Bu da Allah?a kullukta herhangi bir karşılık beklemeden ibadet etmenin gerekliliğine işaret eden farklı bir feragat örneğidir ki Müslüman kişi her ne yaparsa sadece Allah?ın rızasını, hoşnutluğunu kazanmak için yapmalıdır. İşte o zaman yapılanların bir kıymeti ve değeri olacaktır.

Yine Gazali aynı konu ile ilgili olarak üst dereceyi işaret eden bir kadının, o mertebeye canını feda ederek ulaşılabileceğini söylediğini kaydeder. (Gazali İhya 3/577)

Ancak bu derecenin de bir üst derecesi vardır ki o da, Gazali?nin konu ile ilgili bir kaydı:?Muhâsibi:?Dinde sehâ (kerem, cömertlik),Allah uğrunda canını feda etmektir. Hem bunu yaparken, sevap istemekten müstağni olmadığın halde(sevaba ihtiyaçtan uzakta değilken) hiçbir karşılık beklememen, yalnız sehavet hissi ile yapmandır.? diye anlattı.? (İhya 3/577)  şeklindedir. Bütün bunlar Müslümanların kardeşleri için iyilik yaparken Allah?a karşı görevini yerine getirmede dikkat edeceği hassas ölçüler cümlesindendir.

İNSANLARIN ONURLARINI KORUYABİLMELERİ İÇİN FERAGATTE BULUNMAK

Feragatte bulunmanın, iyilik yapılan kişilerin sadece yeme, içme, giyinme gibi ihtiyaçlarının karşılanması anlamına gelmediği, kişilerin en önemli ziynetleri sayılabilecek şeref ve ırzlarının korunmasının da Müslümanlar için önemli bir görev ve iyilik olduğu bir kısım değerlendirilmelerden anlaşılmaktadır. Hz. Hasan kardeşi Hz. Hüseyin?e bir mektup yazarak şairlere para verdiği için kendisini kınamıştı. Hz: Hüseyin Hz. Hasan?a verdiği cevapta:?Malın hayırlısı, kulun, şeref ve ırzının korunması için sarf edilenidir.? dedi (İhya 3/548) .Hele böyle bir durum yani ırz ve onurun korunması durumu bir Müslüman için söz konusuysa işin ciddiyet ve önemi katbekat artacak, sorumluluk da o derecede önem kazanacaktır.

İslam, bütün hayatı kuşatan bir yaşam biçimi olarak değerlendirildiğinde, fertlerin ahlaken korunmasının bütün bir İslam toplumunu ilgilendirdiği görülecektir. Peygamber Efendimizin:?Bütün mü?minleri birbirine merhamette, lütuf ve âtıfet (acıma, ihsan, koruma -M.Doğan B.Türkçe Sözlük) hususlarında sanki bir vücut misali görürsün. O vücudun bir uzvu hastalanınca, vücudun öbür azaları birbirlerini hasta azanın elemine, uykusuzlukla, hararetle iştirake çağırırlar (hasta uzvun elemini paylaşırlar)? (Tecrid-i Sarih Terc. 12/128)  buyurduğu hadis-i şerifinde, Müslümanları topyekûn bir vücuda benzetip, bir uzvun hastalanması ile diğer azaların da bu rahatsızlığı hissedip acıyı birlikte yaşayacaklarına benzer bir duruma dikkatleri çekmiş olması bir bakıma bu durumu da işaret etmektedir.

Ahlak konusu kişiyi ilgilendirdiği kadar, belki de daha fazlasıyla toplumu da ilgilendirmektedir. Güzel ahlaklı insanların bulunduğu bir toplum ne kadar huzurlu olursa, kişilerin ahlakının bozulmasından dolayı da toplum o nisbette menfi şekilde etkilenecektir. Çünkü ahlaksızlık bulaşıcı hastalıklar gibidir. Müslüman olduğu halde hata yapanlar toplumda bulunabilecektir. Hata yapanlara karşı da diğerlerinin sorumluluğu vardır. Onların düştükleri hatadan dolayı başlarına gelebilecek felaketlerden herkes sorumludur. Dolayısıyla hata yapanları kurtarmak da bir sorumluluktur. Gücü yetenler böylesi durumlarda da gayret gösterip feragatte bulunmalıdır.

?İyilik güzel ahlaktan ibarettir.? buyuran Peygamberimiz, güzel ahlaklı olan kimsenin iyilikten başka bir şey yapmayacağını anlatmışlardır  (Riyazüssalihin 3/553) . ?Hayırlınız ahlakı güzel olanınızdır.? (Riyazüssalihin 3/555) buyurduğu hadislerinde de hayırlı olmayı güzel ahlaklı olmaya bağlarken iyilik yapmayı öne çıkarmıştır.

İslam?dan başka hiçbir kültür veya toplumda böyle bir yükümlülük yoktur. Peygamber Efendimizin yukarıda zikredilen hadislerindeki teşbihi ile bu yükümlülük herkesin anlayacağı bir şekilde ifade edilerek mü?minlere görevleri anlatılmıştır. Toplumda sıkıntıya düşen, bir şeye ihtiyacı olan kişi veya kişiler için bir mü?min; asla ?Bana ne? diyemez. Ancak bu yükümlülüğün bugün yerine getirildiği de söylenemez. İslam?ın evrensel bir din olmasına karşılık dünyada yeteri kadar bilinmeyişinden ve birçok insanın İslam?la tanışmamış olmasından, bu insanların sosyal hayatın güzelliklerinden mahrum kalmış olmalarından dolayı inanan kişilerin vebali vardır. Müslümanların çoğunluğunun, böylesine büyük bir vebal ve sorumluluğun altında olduklarından hala habersiz yaşamaları çok üzücü bir durumdur.

FERAGAT RİSK ALMAKTIR

Başkalarının sıkıntılarını gidermek, insanların sevinmesine sevinmek dünyada yaşanabilecek mutlulukların hepsinden daha üstün bir mutluluktur. Bir anlamıyla îsar (feragat) budur.Ancak, sağlığını kaybetmiş olmasına bağlı olarak diyet yapmak zorunda kalan kişinin başkalarına yemek yedirmekten zevk alması veya bu şekilde nefsini tatmin etmek için ikramda bulunması isâr yani feragat değildir. Böylesi bir davranışın hayır olma tarafı da yoktur. Feragat, sırf Allah için olduğu zaman değerlidir.

?Onlar, seve seve, yoksula, yetime ve esire yemek yedirirler.(İkramda bulundukları kimselere) Biz size sırf Allah rızası için yediriyoruz. Sizden bir karşılık ve teşekkür de beklemiyoruz. Çünkü biz, yüzleri ekşiten ve asık suratlı yapan günden (dehşetli günden) dolayı Rabbimizden korkarız (derler).? (İnsan 76.8.9.10) ayetlerinde müminlerin özverili davranışları veciz bir şekilde tasvir edilmiştir. Böylece feragat ahlakının, öteki denilebilecek şahıslara karşı sorumluluk duygusunun müminlerdeki halini başka simalarda görmenin mümkün olmadığını, bu tür davranışların ancak Müslüman kişilerde en olgun şekliyle görülebileceğini anlamaktayız.

Hem iyilik yapılacak, hem de bir teşekkür bile beklenmeyecek anlayışı ancak Müslüman?a yakışacak bir durum olduğu gibi pek Müslümanlardan başkasında görülebilecek bir davranış da değildir. Müminlerin bu özverili davranışları, gösteriş veya herhangi bir menfaat, hatta bir teşekkür karşılığında değildir. Değeri de sırf Allah rızası için yapılmış olmasındadır. Ayete göre; en değerli iyilik herhangi bir maddi veya manevi karşılık, çıkar elde etme düşüncesi taşımadan, hatta buyrulmamış olsa bile kendi kendine böyle bir iş ödev bilinerek yapılmasıdır (Kur?an Yolu 5/518?519) .Buna da ayetteki ifadeye göre Allah tanıklık etmektedir.

FERAGATİN ÖNÜNDEKİ ENGELLERİ AŞMAK:

İyilikte bulunmak için aşılması gereken çok büyük bir engel vardır ki oda cimriliktir. Belki feragat yolunun açılması için ilk başta bu engeli aşmak gerekir. Feragat dediğimiz îsâra giden yolda iyilik kapısını açık tutmak için başta bu illetin ortadan kaldırılmasında zorunluluk vardır. Allah Teâlâ iyilik yapılmasından ne kadar hoşnut olduğunu bildirmişse, cimrilik edilmesinden de o kadar hoşnut olmadığını açıkça beyan etmiştir.

?İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağırılıyorsunuz. Ama içinizden cimrilik yapanlar var. Kim cimrilik yaparsa ancak kendi zararına cimrilik yapmış olur.? (Muhammed 47/38)  ,

?O halde gücünüz yettiği kadar Allah?a karşı gelmekten sakının. Dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğiniz için hayır olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.? (Teğabün 64/16) ,

?Eli sıkı olma, büsbütün eli açık da olma. Sonra kınanır ve çaresiz kalırsın.? (İsra 17/29) buyrulan ayetlerle Yüce Allah, çok açık ve net bir şekilde iktisadi yapının iki fena uç noktası durumunda olan cimrilikten ve israftan men etmektedir. Gerektiğinde harcamamak da, gereksiz yere harcamak, saçıp savurmak da insanlığın bir yerde felaketi demektir.?İsrafta hayır yoktur, hayırda israf yoktur!? sözü müslümanın yapması gerekeni veciz bir şekilde özetlemektedir.

Sosyal hayatta dengeler iyi kurulmadığı zaman toplum, toplumsal felaketlere her zaman açık olacaktır. Bu durumdaki toplumlar her türlü fenalık ve belalarla karşı karşıya kalma tehlikesi taşıyorlar demektir. Toplumların sosyal yapısı analiz edildiğinde, tarihi seyir içerisinde birçok toplumun bu olumsuzluklarla karşılaşmış olduğu ve kötü bir sınav verdiği görülecektir. Zaten dinin gayesi insanların huzurunu temin etmektir. Bugün bile açıkça görülmektedir ki; biraz da olsa dini duyarlılıkları kaybolmamış kişilerin destek ve himayeleri ile toplum kargaşa yaşamaktan kurtulmaktadır.

Burada şunu ifade etmek gerekirse; dünya ile fazla ünsiyet, haliyle Allah sevgisini azaltır. Ahiret ile dünyayı doğu ile batıya ve iki kumaya benzeten Gazali, doğuya yaklaşanın batıdan uzaklaşacağını yani birinden fazla nasiplenenin diğerinden nasibinin azalmış olacağını söyler (İhya 2/569).   Buna göre cimrilik ve cömertliği, eli sıkılıkla eli açıklığı, vermekten korkmakla vermekten kazançlı çıkılacağı arasında bocalayan kişi, her şeyden önce verdiğinde sadece Allah?ın hoşnutluğunu kazanmak için vermesi gerektiğini bilmelidir.

?Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu, yedi başak bitiren ve her başağında yüz tane bulunan bir tek (tohum) tane(si)nin durumu gibidir. Allah dilediğine kat kat verir. Allah, lütfu geniş olandır, hakkıyla bilendir.? (Bakara 2/261) buyrulmasına karşılık cimrilik etmenin, eli sıkı davranmanın sebeplerinden biri bu vaat edilenin bilinmemesi ise diğeri de çok tehlikeli bir durum olan Allah?a tam güvenememek manası taşıyabileceği endişesi hiç değilse insanı ürpertmelidir.

Bunu bir de şöyle düşünmek gerekir; toplumda güvenilir kişi olarak bilinen birisi için yapılan veya yapılacak olan bir fedakârlık ve güven gösterisi neden Allah Teâlâ için gösterilmeyecektir ki? Allah?ın bizzat verdiği güven ve açık ifadeleri ortadayken, inanan kişi bu güven içerisinde hareket etmediğinde bizzat kendisini sorguya çekmesi gerekir. Biraz da işi bu yönü ile değerlendirmekte fayda vardır. Yukarıda geçen ayette Cenab-ı Allah, kendi rızası için, üstelik kendisinin lütuf olarak verdiklerinden diğer kişilerin yararlandırılmalarına yedi yüz misline kadar karşılık vereceğini beyan ettiği halde insanoğlunun bu alışverişten uzak kalması anlaşılabilecek bir durum değildir.

Mallarını Allah yolunda harcamanın karşılık bulması için Allah?ın koymuş olduğu uyulması gereken esaslar da göz ardı edilmemelidir. Bu esasları da belirleyen yine Allah Teâlâ?dır. İşte bunu da Yüce Rabbimiz:

?Mallarını Allah yolunda harcayan, harcadıklarının peşinden (bunları) başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin, Rab?leri katında mükâfatları vardır. Onlar için korku yoktur.? (Bakara 2/262)

?Ey iman edenler!(helal olarak ) kazandıklarınızın ve sizin için yerden (bitirip) çıkardığımız ürünlerin iyi ( ve temiz)  lerinden  ?Allah için sarf edin? (zekât ve sadaka verin)Kendinizin göz yummadan alıcısı olmayacağınız bayağı şeyleri vermeye kalkışmayın ve bilin ki Allah, her bakımdan zengindir (hiçbir şeye ihtiyacı yoktur) ve övülmeye layıktır.? (Bakara 2/267)  şekilde açıkça beyan etmektedir. Demek ki muhtaç kişilerin ihtiyaçlarını karşılayan kişiler yardımda bulunurken de verdiklerini ilk başta gönül rızası ile severek hatta sevinerek vermeli ve bir de para dışında verdiklerini de en iyilerinden, hiç değilse kendisinin kullanıp yiyebildiği kalitede olanlarından vermelidir.

Verilen her ne olursa olsun, verdiği zat adına, onun şanına yakışacak bir kalitede verilmelidir. Saygın bir insan adına verilemeyecek bir şeyi Allah adına vermekten hicap duyulmalıdır.

FERAGAT BİLİNÇLİ TERCİHTİR

Feragatte bulunmanın asıl dayanağı Allah?ı bilmektir, O?nu iyi tanımaktır. Yoksa yapılan her ne iş ve amel varsa hepsinin niçin ve neden yapıldığını Yüce Allah bilmektedir.?Allah neyi açıklayıp neyi gizlediğinizi hakkıyla bilir.? (Maide 5/99) ayeti her halükarda denetimde olduğumuzu bizlere hatırlatmaktadır. Kişi Allah?ı tanıdığı nispette yaptığı işin kalitesini artırır.

Mümin Rabbini bildiği zaman O?nu sever, gerçek sevgiyi anladığı andan itibaren de O?na yönelir. O?na yönelmenin tadını aldığında dünyaya bel bağlamaz, ahreti de boş görmez (İhya 4/537) . Feragatin güzelliği, yapılan işin Allah için oluşundadır.

Bugün, az gelişmiş veya en iyimser deyişle gelişmekte olan ülkeler durumunda olan, başka bir deyişle gelişimi gerçekleştirememiş ülkeler durumundan kurtulamadığı halde diğer birçok toplumdan daha müreffeh bir hayat yaşayan Müslüman toplumlarda feragat ve fedakârlık duygusu bu toplumların ayakta durmalarını sağlamaktadır. Dünkü kadar olmasa da hala Allah?ın rızasını kazanmayı başka şeylere tercih eden insanlar sayesinde bu toplumlar hayatlarını devam ettirebilmektedirler.

İşin aslına bakılacak olursa topluma katma değer kazandıran ihsan, cömertlik, feragat gibi konuların çok dikkatli bir şekilde insanların gönlüne yerleştirilmesi, yönetimlerin işlerini kolaylaştıracak ve daha huzurlu bir toplum hayatı yaşanmasına sebep olacak ve katkı sağlayacaktır.

 


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —